İzleyiciler

15 Ekim 2020 Perşembe

Kültürel çalışmalar FelsefeMarksizmGöstergebilim Vikipedi, özgür ansiklopedi Bu madde Vikipedi:Okul projeleri kapsamında eklenmiştir ve/veya geliştirilmektedir. Kültürel çalışmalar siyasal, kuramsal ve deneysel olarak kültür analiziyle bağlantılı bir alandır. Çatışmaları ve özellikleri tanımlayarak çağdaş kültürün siyasi dinamiklerine ve tarihi temellerine odaklanır. Kültürel çalışmalar alanındaki araştırmacılar genellikle kültürel uygulamaların daha geniş kapsamlı bir sistem olan güçle nasıl ilişkili olduğunu araştırır. Bu güç sistemi, ideoloji, sınıf yapıları, ulusal oluşumlar, etnik köken, cinsel yönelim, cinsiyet ve nesil gibi toplumsal olgularla ilişkilidir ya da bunlar aracılığıyla faaliyet gösterir. Kültürel çalışmalar kültürleri sabit, sınırlı, değişmeyen ve birbirinden bağımsız olarak görmekten ziyade onları sürekli birbirleriyle etkileşim hâlinde olan, uygulamaları ve süreçleri değiştiren birer oluşum olarak görür.[1] Kültürel çalışmalar alanı çeşitli kuramsal, yöntemsel yaklaşımları ve uygulamaları kapsar. Kültürel çalışmalar, kültürel antropoloji ve etnik çalışmalar gibi alanlardan ayrı tutulsa da, bu alanların her ikisine de destek vermiş ve katkıda bulunmuştur. Kültürel çalışmalar ilk olarak 1950'lerin sonu, 1960 ve 1970'li yıllarda İngiliz akademisyenler tarafından geliştirilmiştir. Daha sonradan dünya çapında pek çok farklı disiplindeki bilim adamları tarafından ele alınmış ve geliştirilmiştir. Kültürel çalışmalar açıkça ve hatta bütünüyle disiplinler arasıdır ve bazen disiplinler karşıtı olarak görülebilir. Kültürel çalışmaları uygulayan kişilerin esas amacı toplumsal bir düzen içinde yaşayan insanların gündelik hayatlarının inşasında edindikleri rol ve davranışları şekillendiren güçleri incelemektir. Kültürel çalışmalar çeşitli toplumlarda ve tarihsel dönemlerdeki kültürel olaylar üzerinde çalışmak için siyasetle bağlantılı çeşitli kritik yaklaşımları birlikte ele alır. Bunlardan bazıları şunlardır: göstergebilim, Marksizm, feminist kuram, etnografya, eleştirel ırk kuramı, postyapısalcılık, postsömürgecilik, toplum kuramı, siyaset kuramı, tarih, felsefe, edebiyat teorisi, medya kuramı, film ve video çalışmaları, iletişim bilimleri, siyasi ekonomi, çeviribilim çalışmaları, müzebilim, sanat tarihi ve eleştirisi. Böylelikle, kültürel çalışmalar anlamın nasıl üretildiğini, yayıldığını, tartışıldığını, hangi açıdan güç ve kontrol sistemleriyle ilişkili olduğunu sorgularken bu anlamın belirli bir toplumsal oluşum veya konjonktürdeki toplumsal, siyasal ve ekonomik çevrelerden nasıl meydana geldiğini anlamaya çalışmaktadır. Kültürel hegemonya ve aktör gibi önemli kuramlar kültürel çalışmalar hareketini hem etkilemiş hem de bu hareket tarafından geliştirilmiştir. Küreselleşme süreçleriyle ilgili kültürel güçleri analiz etmeye ve açıklamaya çalışan bu kuramların yanı sıra birçok güncel iletişim kuramına ve gündemine de sahiptir. Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıkan neo-liberalizm akımıyla birlikte kültürel çalışmalar küresel bir güç/hareket hâline gelmiş ve çeşitli nedenlerden dolayı hem üniversitedeki hem de dışarıdaki birçok muhafazakâr muhaliflerin öfkesinin hedefi olmuştur. Özellikle Marksist siyasal ekonomi yöntemiyle ilişkilendirilen sol görüşlü eleştirmenler dahi, kültürel çalışmaları kültürel olayların önemini gereğinden fazla abartmakla suçlamıştır. Kültürel çalışmalar sert eleştirilere maruz kalıp değersiz görülmeye devam etse de, neredeyse dünya çapında bir hareket hâline geldi. Dünden bugüne, Tayvan'dan Amsterdam'a, Bangalor'dan Santa Cruz'a, pek çok bilimsel dernek ve programların, yıllık uluslararası konferansların, yayınların, öğrencilerin ve araştırmacıların konusu oldu.[2][3] Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Latin Amerika, Asya, Afrika ve İtalya gibi birçok farklı ulusal ve bölgesel bağlamlarda, kültürel çalışmalarla ilgili birbirinden bağımsız yaklaşımlar ortaya çıktı. Özellikleri 1994'te yayınlanan Introducing Cultural Studies adlı kitabında, Ziauddin Sardar kültürel çalışmaların beş temel özelliğini sıralıyor:[4] Kültürel çalışmaların amacı kültürel uygulamaları ve onların güçle olan ilişkisini incelemektir. Örneğin, Londra'daki genç işçi sınıfı gibi bir altkültür üzerine yapılan bir çalışma, bu kişilerin baskın kültürdeki kişilere karşı yaptığı toplumsal uygulamaları dikkate alacaktır. Londra'daki orta ve üst sınıfın siyaseti ve ekonomiyi kontrol ederek Londra'daki genç işçi sınıfının refahını etkileyen politikalar oluşturmasını buna örnek gösterebiliriz. Kültürel çalışmaların başka bir hedefi de kültürü tüm o karmaşık yapısıyla anlamak ve kendisini gösterdiği toplumsal ve siyasal bağlamda analiz etmektir. Kültürel çalışmalar hem bir çalışma veya analize hem de siyasal eleştiri veya harekete zemin oluşturabilir. Örneğin, kültürel çalışmalar üzerine araştırma yapan bir kişi sadece nesneye odaklanmak yerine çalışmasını daha geniş, yenilikçi bir siyasal projeye dönüştürebilir. Kültürel çalışmalar doğada saklı kalmaya niyetli olan bilginin yapay sınırlarını açığa çıkararak onları birbirleriyle bağdaştırmaya çalışır. Kültürel çalışmalar siyasal hareketin radikal çizgisine ve modern toplumun etik olarak değerlendirilmesine bağlılık taahhüdünde bulunur. Tarihi Dennis Dworkin'in de belirttiği üzere,[5] kültürel çalışmaların bir alan olarak ortaya çıkmasındaki "kritik an" Richard Hoggart'ın 1964 yılında İngiltere'de Birmingham Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi'ni veya Birmingham Okulu'nu[6] kurarken bu terimi kullanmış olmasıydı. Böylece, Birmingham Üniversitesi'nin bünyesindeki Birmingham Okulu kültürel çalışmaların dünyadaki ilk kurumsal merkezi oldu. Hoggart, Stuart Hall'u asistanı olarak görevlendirdi ve Hall, Birmingham Okulu'nu 1968'e kadar başarılı bir şekilde yönetti.[7] 1969'da Hoggart emekli olduğunda, yönetici olarak görevi devraldı. Bundan sonra, disiplin Hall'un çalışmalarıyla anıldı.[8][9] Hall, 1979'da, Open Üniversitesi'ndeki (Birleşik Krallık) Sosyoloji bölümünde saygın bir makama geçmek için Birmingham Okulu'ndan ayrıldı. Merkez'deki yönetimi Richard Johnson devraldı. 1990'ların sonlarında, Birmingham Üniversitesi'ndeki "yeniden yapılanma" Birmingham Okulu'nun kapatılmasına ve 1999'da, Kültürel Çalışmalar ve Sosyoloji adlı yeni bir bölümün kurulmasına yol açtı. Ardından 2002'de, Birmingham Üniversitesi'nin üst düzey yönetimi aniden azımsanmayacak bir uluslararası itirazı savunarak bu yeni bölümün kapatılmasını duyurdu. Bölümün kapatılmasının başlıca nedeni, Birleşik Krallık'ın 2001'deki Araştırma Değerlendirme Uygulaması'nda beklenmedik bir şekilde düşük sonuç elde etmesiydi fakat üniversiteden bir dekan bu kararı “tecrübesiz, ‘maço yönetime’” atfetti.[10] 1986'da, Margaret Thatcher liderliğindeki Birleşik Krallık hükûmetinin süresi dolmuş bir girişimi olan Araştırma Değerlendirme Uygulaması, üniversitedeki programlar için verilecek araştırma fonlarını belirliyordu.[11] Kültürel çalışmalar tarihiyle ilgili çok sayıda yayınlanmış beyan vardır.[12][13][14] Birmingham Okulu'ndaki Stuart Hall Yönetimi 1950'lerin sonlarında, İngiliz Kültürel Çalışmaları'nın temel eserlerinin ilk kez ortaya çıkmasının ardından, 1964'te başlayarak, Stuart Hall'un Birmingham Okulu'ndaki öncü çalışması ve Paul Willis, Dick Hebdige, David Morley, Charlotte Brunsdon, John Clarke, Richard Dyer, Judith Williamson, Richard Johnson, Iain Chambers, Dorothy Hobson, Chris Weedon, Tony Jefferson, Michael Green ve Angela McRobbie gibi yüksek lisans öğrencileri ve meslektaşlarının da eserleri kültürel çalışmalar alanını şekillendirdi. Kültürel çalışmalar alanındaki birçok bilim insanı kültürel yapılar (üstyapı) ve siyasi ekonomi (altyapı) arasındaki ilişkiyi araştırarak Marksist analiz yöntemlerini benimsedi. 1970'lerin başında, Louis Althusser'in çalışması "altyapı" ve "üstyapı" terimlerinin Marksist tanımlarını yeniden düşünerek "Birmingham Okulu" çalışmasında önemli bir etki yarattı. Birmingham Okulu'nda yapılan birçok çalışma, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki "saygın" orta sınıf İngiliz kültürüne karşı çıkan gençliğin altkültürel ifadeleri üzerineydi. Ayrıca 1970'li yıllar boyunca, siyasi olarak güçlü olan İngiliz işçi sınıfları düşüşe geçmişti. Britanya'nın imalat endüstrileri zayıflıyordu ve sendikalar küçülüyordu. Yine de milyonlarca Britanyalı işçi sınıfı Margaret Thatcher'ın yükselişini destekledi. Stuart Hall ve arkadaşlarına göre, İşçi Partisi'nden Muhafazakâr Parti'ye geçişteki sadakat, Thatcher'ın zaferinden bile önce izini sürdükleri kültürel siyaset açısından açıklanmalıydı. Bazı araştırmalar kültürel çalışmalarda klasik hâline gelen Policing the Crisis [15] adlı eserde ya da Hall'un The Hard Road to Renewal: Thatcherism and the Crisis of the Left [16] ve New Times: The Changing Face of Politics in the 1990s [17] adlı daha sonraki eserlerinde tanıtıldı. İngiliz Kültürel Çalışmaları'nın gelişimini takip etmek için Richard Hoggart, E. P. Thompson, Raymond Williams, Stuart Hall, Paul Willis, Angela McRobbie, Paul Gilroy, David Morley, Charlotte Brunsdon, Richard Dyer ve diğer birçok araştırmacının eserlerine bakınız. 1970'lerin sonu ve sonrasında kültürel çalışmalar 1970'lerin sonunda, Birmingham Okulu'ndaki bilim insanları ırk ve cinsiyetle ilgili soruları uzun süredir sessiz kalan kültürel çalışmaların gündemine dahil etti. Aynı zamanda 1970'lerin sonunda, kültürel çalışmalar diğer ülkeler tarafından büyük bir ilgi gördü. 1980'ler ve 1990'lar boyunca tüm dünyaya yayıldı. Bununla birlikte, bilgi üretiminin yeni koşullarıyla tanıştı ve postyapısalcılık, postmodernizm ve postsömürgecilik gibi uluslararası ana fikir akımlarıyla yakın ilişkiler kurdu.[18] Kültürel çalışmalarla ilgili birçok derginin artık dünyanın her yerinde olması, aşağıda da belirtildiği üzere, bu alanın küreselleşmesinin bir göstergesi. Birleşik Krallık dışındaki gelişmeler İngiliz Kültürel Çalışmaları'nın ortaya çıkmasından önce, Amerika Birleşik Devletleri'nde kültürel çözümlemenin çeşitli versiyonları pragmatik ve liberal-çoğulcu felsefi geleneklerden ortaya çıkmıştı.[19] Bununla birlikte, 1970'lerin sonunda İngiliz Kültürel Çalışmaları uluslararası düzeyde yayılmaya, ve 1970'li ve 1980'li yılların sonunda feminizm, postyapısalcılık, postmodernizm ve ırk gibi alanlarla sıkı ilişkiler kurmaya başlayınca, eleştirel kültürel çalışmalar (Marksist, feminist, postyapısalcı vb.); iletişim çalışmaları, eğitim, sosyoloji ve edebiyat gibi alanlarda ABD üniversitelerinde hızlıca yayıldı.[20][21][22] Bu alanın öncü dergisi Cultural Studies ABD merkezlidir. Derginin kurucu editörü, John Fiske, onu 1987'de Avustralya'dan ABD'ye getirmiştir. Kültürel çalışmalar alanındaki birkaç önemli isim 1979'da Margaret Thatcher'ın Birleşik Krallık'ın başbakanı seçilmesinin ardından Avustralya'ya göç edip kendileriyle birlikte İngiliz Kültürel Çalışmaları'nı da getirdiğinde, 1970'lerin sonundan beri büyüyen bir kültürel çalışmalar furyası oluştu. "Kültürel politika çalışmaları" olarak da bilinen kültürel çalışmalar okulu Avustralya'nın bu alana yaptığı önemli katkılardan sadece bir tanesidir. Avustralya aynı zamanda 1990'da dünyanın ilk profesyonel kültürel çalışmalar derneğini kurdu.Günümüzde Avustralasya Kültürel Çalışmalar Derneği olarak da biliniyor.[23] Avustralya merkezli kültürel çalışmalar dergilerinden bazıları şunlardır: International Journal of Cultural Studies, Continuum: Journal of Media & Cultural Studies ve Cultural Studies Review. Kanada'da, kültürel çalışmalar Marshall McLuhan, Harold Innis ve diğerlerinin çalışmalarında vurguladığı kavramları devam ettirerek teknoloji ve toplum konularına odaklanmıştır. Kanada merkezli kültürel çalışmalar dergilerinden biri de Topia: Canadian Journal of Cultural Studies adlı dergidir. Afrika'da, insan hakları ve Üçüncü Dünya konuları ana konular arasındaydı. Afrika merkezli kültürel çalışmalar dergilerinden biri de Journal of African Cultural Studies adlı dergidir. Latin Amerika'daki kültürel çalışmalar Jose Marti, Ángel Rama gibi düşünürlerin ve diğer Latin Amerikalı şahsiyetlerin yanı sıra dünyanın diğer yerlerindeki kültürel çalışmalarla ilişkilendirilmiş Batıya ait kuram kaynaklarından da yararlanmıştır. Latin Amerika'daki kültürel çalışmalarda ön plana çıkan bilim insanlarının arasında Néstor García Canclini, Jésus Martín-Barbero ve Beatriz Sarlo vardır.[24][25] Latin Amerika'daki kültürel çalışmalarda ele alınan temel konulardan bazıları kolonileri bağımsızlaştırma, kent kültürü ve postgelişim kuramıdır. Journal of Latin American Cultural Studies adlı dergiyi bu alanda yayınlanan dergilere örnek gösterebiliriz. Kültürel çalışmalar Avrupa Kıtası'na kıyasla Birleşik Krallık'ta daha hızlı bir gelişim göstermesine rağmen, Fransa, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde kültürel çalışmaların varlığı önemli bir konuma sahip. Bu alanın Almanya'da nispeten gelişmemiş olmasının nedeni, sıklıkla üçüncü nesilde olduğu söylenen ve Axel Honneth gibi tanınmış şahsiyetleri barındıran Frankfurt Okulu olabilir. Avrupa Kıtası merkezli kültürel çalışmalar dergilerinden bazıları şunlardır: European Journal of Cultural Studies, Journal of Spanish Cultural Studies, French Cultural Studies ve Portuguese Cultural Studies. Kültürel çalışmalar 1990'ların başından beri Asya boyunca hızla gelişti ve büyüdü.[26] Asya merkezli kültürel çalışmalar dergilerinden biri de Inter-Asia Cultural Studies adlı dergidir. Almanya'da, kültürel çalışmalar bazen Neue Kulturgeschichte (çev. Yeni Kültür Tarihi) olarak adlandırılır. Neue Kulturgeschichte terimini Kulturgeschichte (çev. Kültür Tarihi) teriminin göstergebilim ve dilbilimdeki kullanımı olarak gören Almanca Vikipedi makalesine bakınız. Endonezya'da, kültürel çalışmaların bilimselleşmesi 2005 yılında Gadjah Mada Üniversitesi'nde açılan medya ve kültürel çalışmalar bölümüyle başladı. Konular, kavramlar ve yaklaşımlar Marksizm, feminizm, ırk ve kültür Yukarıda belirtildiği gibi Marksizm, Kültür'ün ilk eleştirilerinden biri olarak önemli bir temel rol oynamış ve dolayısıyla kültürel çalışmaların tarihine yansımıştır. Önceki Frankfurt Sosyoloji Okulu özellikle Antonio Gramsci'den etkilenmiştir. Daha sonraki Birmingham Okulu'nun üyeleri 1970'li yılların başında Louis Althusser'in yapısalcılık fikrinden etkilenmiştir. Kültürel çalışmalar temelde Sosyoloji'nin Marksist okumalarından yola çıksa da sonradan ırk ve cinsiyeti kapsayan daha geniş okumalara, toplumun oluşmasıyla ilgili ideolojik ve kimlik merkezli okumalara dönüşmüştür. Post-modernizm ve post-yapısalcılık kavramlarıyla birlikte bu okumaları sanatsal, psikolojik ve felsefik alanlara taşımıştır. Gramsci ve hegemonya Birleşik Krallık'taki kültür, siyaset ve sınıf oluşumlarındaki değişen siyasi şartları anlamak için Birmingham Okulu'ndaki bilim insanları yüzünü İtalyan bir düşünür, yazar ve 1910'lar, 1920'ler ve 1930'larda komünist parti lideri olan Antonio Gramsci'nin eserine çevirdi. Gramsci de benzer konularla ilgileniyordu: Neden İtalyan işçiler ve köylüler faşistlere oy vermeliydi? Halk desteğini daha ilerici düşüncelere taşımak için hangi stratejik yaklaşım gerekliydi? Gramsci klasik Marksizm anlayışında değişiklikler yaparak, kültürü siyasi ve toplumsal mücadelenin anahtarı olarak görmeyi savundu. Ona göre, kapitalistler sadece kontrolü sağlamak için kaba kuvvet (polis, hapishane, baskı, askeri) kullanmıyor aynı zamanda halkın "onay"ını almak için çalışan insanların günlük kültürlerine çeşitli şekillerle müdahale ediyordu. Şunun farkında olmak gerekir ki Gramsci için, tarihsel liderlik ya da "hegemonya", sınıfsal gruplaşmalar ve gündelik sağduyunun kültürel bağlamdaki çatışmaları arasındaki ittifakın oluşumunu kapsar. Gramsci için hegemonya her zaman, bitmek bilmeyen, değişken ve tartışmaya açık bir süreçti.[27] Scott Lash'ten alıntı: “Hall, Hebdige ve McRobbie’nin çalışmasında halk kültürü ön plana çıkmıştır. Gramsci’nin buna kattığı şey, onay ve kültürün önemiydi. Temel Marksistler gücü, sınıfa karşı sınıf olarak görmüş olsalar bile Gramsci bize sınıf ittifakı kavramını sorgulatmıştır. Kültürel çalışmaların yükselişi, esas alınan sınıfa karşı sınıf politikasının öneminin azalmasına dayandırıldı.[28] Edgar ve Sedgwick şunu yazdı: “Hegemonya kuramı İngiliz kültürel çalışmalarının özellikle de Birmingham Okulu’nun gelişmesinde belirleyici bir rol oynamıştır. Alt grupların aktif bir şekilde direnip siyasi ve ekonomik hakimiyete tepki gösterme yöntemlerini analiz etmeyi kolaylaştırmıştır. Alt gruplar sadece baskın sınıfa ve onların ideolojilerine pasifçe boyun eğen kişiler olarak görülmemelidir.”[29] Yapı ve aktör Kültürel çalışmalardaki hegemonya kuramının gelişimi aktörü araştıran diğer alanlarla bazı yönlerden ilişkilidir. Aktör, işçi sınıfları, sömürgeleştirilmiş insanlar ve kadınların da içinde bulunduğu alt grupların aktif ve önemli kapasitelerini belirten kuramsal bir kavramdır.[30] Stuart Hall’un 1981’deki “Notes on Deconstructing ‘the Popular’” isimli makalesinde tartıştığı üzere, “sıradan insanlar kültürel budalalar değildir”.[31] Alt gruptaki insanların aktörlüğünü hesaba katma ısrarı geleneksel yapısalcıların çalışmalarına ters düşmektedir. Bazı analistler bu alanda yapılan bazı çalışmaları eleştirerek halk kültüründeki aktör biçimlerinin bazılarının önemini abartmıştır. Kültürel çalışmalar günlük yaşamdaki işlerin düzeyini belirtirken kendisini sıklıkla aktörle ilişkilendirir ve araştırmalara radikal bağlamcılık görüşüyle yaklaşır.[32] Diğer bir deyişle, kültürel çalışmalar kültürel uygulamaların, anlamların ve kimliklerin evrensel tanımlamalarını kabul etmez. Çalışmaları sıklıkla kültürel çalışmalarla ilişkilendirilen Amerikalı feminist kuramcı Judith Butler şunları yazdı: “Kapitalin toplumsal ilişkileri nispeten benzer şekillerde yapılandırdığının algılandığı yapısalcı tanımdan güç ilişkilerinin tekrara, yakınsamaya ve yeniden ifade etmeye maruz kaldığı hegemonya görüşüne geçiş, yapıyı düşünmede geçicilik sorusunu gündeme getirdi. Bu, yapısal bütünlükleri kuramsal nesneler olarak ele alan Althusserci kuramından başka bir kurama geçişi gösterdi. Bu yeni kuram, gücün yeniden ifade edilmesindeki rastlantısal alanlar ve stratejilerle birlikte düşünüldüğünde, yapının rastlantısal imkanıyla ilgili görüşler yenilenmiş bir hegemonya kavramını başlatmıştır.”[33] Küreselleşme Son yıllarda kapitalist kültür, çağdaş küreselleşme biçimleriyle tüm dünyaya yayıldığı için kültürel çalışmalar Batı hegemonyasına karşı direnmek ve onunla işbirliği yapmak için yerel bölgeler ve müzakere uygulamarıyla ilgili önemli analizler geliştirdi.[34] Kültürel tüketim Kültürel çalışmalar özellikle insanların kültürel metinleri farklı açılardan okuduklarının, algıladıklarının ve yorumladıklarının ya da diğer türdeki kültürel ürünleri özelleştirdiklerinin veya anlamların üretimi ve yayılmasında rol adıklarının altını çizerek pasif tüketicinin geleneksel görüşünü eleştirir. Bu görüşte, tüketici kültürel metinler aracılığıyla yayılan anlamları özelleştirebilir, aktif bir şekilde üzerinde tekrar çalışabilir ve karşı çıkabilir. Bazı açılardan, kültürel çalışmalar analitik yaklaşımını, üretimin geleneksel anlayışlarından uzaklaşıp böylece kendi içinde bir üretim biçimi (kimliklerin, anlamların üretimi vb.) olarak algılanan tüketime doğru yöneltmiştir Bu gelişmelerde, Stuart Hall, John Fiske ve diğerleri etkili olmuştur. Alanın öncü dergisi, Cultural Studies, 2008 yılındaki özel sayısında “anti-tüketicilik” kavramını kültürel çalışmalardaki çeşitli açılardan incelemiştir. Jeremy Gilbert’ın bu sayıya katkılarında da belirttiği üzere, kültürel çalışmalar “kapitalist dünyanın her yerinde, hükûmetlerin ekonomik politikalarının öncelikli amacının tüketim seviyelerini sürdürmek olduğu ve ‘tüketicinin güveninin ekonomik yararlılığın ana nedeni ve belirteci olarak görüldüğü bir çağda yaşadığımız” gerçeğiyle mücadele etmeli.[35] “Metin” kavramı Göstergebilimi geliştiren ve ondan yararlanan kültürel çalışmalar, metin kavramını sadece yazı dilini değil, aynı zamanda televizyon programları, filmler, fotoğraflar, moda, saç modelleri ve diğer birçok şeyi belirtmek için kullanır. Kültürel çalışmalar metinleri kültürün tüm anlamlı eserlerini içerir. Bu alan benzer şekilde "kültür" kavramını da genişletir. Kültürel çalışmalar araştırmacısı için "kültür", sadece sosyal egemen grupların kültürü olan geleneksel yüksek kültür’ü değil, aynı zamanda yukarıda belirtildiği üzere kültürel çalışmaların esas odağı hâline gelen gündelik uygulamalar ve anlamları da içerir.[36] Kültürel çalışmalar barlar, oturma odaları, bahçeler ve plajlar gibi günlük yaşam mekanlarını ve alanlarını bile “metin” olarak görür.[37] Jeff Lewis medya, kültür ve kültürel politikalarla ilgili araştırmalarında metni ve metinsel analizi tartışmaya açmıştır.[38] Lewis’e göre, “metinsel çalışmalar” en karmaşık ve en zor buluşsal yöntemdir çünkü hem güçlü bir sınır çekme becerisi hem de siyaset ve bağlamın üstü kapalı kavranmasını gerektirir. Lewis’in kendi metinsel analiz şekli, belirli bir bilgi sistemine oturtulduğu sürece tüm olguları “potansiyel bir metin” olarak görür. Metinler sadece “yorumlanabilir” anlamlar taşırlar böylece belirli bir bilgi sisteminde temsil edilirler. Bu bilgi sistemi metni anlamla ilişkilendirir. Bu yüzden, kültürel analistin görevi hem bilgi sistemiyle hem de metinle uğraşıp bu ikisinin hangi açıdan birbiriyle ya da diğer bilgi sistemleriyle - ki bu analistin kendi ortaya attığı bir sistem de olabilir- etkileşimde olduğunu analiz etmek ve gözlemlemektir. Bu uğraş, analizin önemli boyutlarını ve verilen metni, söylemi çevreleyen veya onların içinde olan hiyerarşileri açığa çıkaran kapasitesini temsil eder. Akademik Algı Kültürel çalışmalar antropoloji, medya ve iletişim çalışmaları, edebiyat çalışmaları, eğitim, coğrafya, felsefe, sosyoloji, siyaset ve diğer birçok disiplinin kesişmesiyle evrilmiştir. Kültürel çalışmaların bazı alanları öznenin ve özgürleşmenin “postmodern” kavrayışlarında, ve siyasi görelikte gezinse de, kültürel çalışmalar özünde toplumsal, ekonomik ve kültürel bir eleştiri için önemli bir kavramsal ve yöntemsel çerçeve oluşturur. Bu eleştiri, kurumların, metinlerin ve uygulamaların içine yerleşmiş anlamları ve varsayımları “yıkıp” kültürü yeniden üretmek ve temsil etmek için tasarlanmıştır.[39] Bu nedenle, bazı disiplinler ve bilim insanları kültürel çalışmaları yöntemsel genişliği ve disiplinselliği reddetmesi yüzünden ciddiye almamış olsa da, temel eleştiri stratejileri ve analizleri sosyal ve beşeri bilimlerin önemli ve gelişmekte olan alanlarında derin bir etki yaratmıştır. Kültürel çalışmalar, toplumsal ayrımlaşma, kontrol ve eşitsizlik, kimlik, toplumun inşa edilmesi, medya ve bilgi üretimi gibi alanların çeşitli yapılarında çalışır. Dahası, kültürel çalışmaların etkisi çeviribilim çalışmaları, sağlık çalışmaları, uluslararası ilişkiler, gelişim çalışmaları, bilgisayar çalışmaları, iktisat, arkeoloji, nörobiyoloji gibi farklı alanların yanı sıra kültürel çalışmaların ilk zamanlarda ortaya çıkışını şekillendiren edebiyat, sosyoloji, iletişim çalışmaları ve antropoloji gibi çeşitli disiplinlerin üzerinde de açıkça görülmüştür. Ayrıca kültürel çalışmalar medya politikası, demokrasi, tasarım, gün içindeki serbest zaman, savaş ve gelişim, turizm gibi alanlardaki çeşitli çalışmalara dahil olarak kendi ilgi alanlarını ve yöntemlerini çeşitlendirmiştir. İdeoloji veya söylem, sınıf, hegemonya, kimlik ve cinsiyet gibi belirli kavramlar hala önemini sürdürse de, kültürel çalışmalar postmodernizm ve yapıçözüm gibi yeni kavram ve yaklaşımlarla uzun süreden beri sıkı ilişkiler kurup bu alanlara dahil olmuştur. Böylece, bu alan kültür ve siyaset güçleriyle kurduğu yakın ilişki sayesinde siyasi eleştirisini sürdürmektedir.[40] Kültürel çalışmalar alanındaki öncü bilim insanı Toby Miller tarafından yayına hazırlanan Companion to Cultural Studies adlı kitap, çağdaş sosyal ve beşeri bilimlerin altında yer alan çeşitli disiplinlerde yapılan kültürel çalışmalardaki yaklaşımların gelişiminin analiz edildiği makalelerden oluşur.[41] Edebiyat alanındaki bilim insanları Kültürel çalışmalar alanında uygulamalar yapan birçok insan İngiliz Dili veya Karşılaştırmalı Edebiyat bölümlerinde çalışmaktadır. Yine de, Yale Üniversitesi profesörü Harold Bloom gibi edebiyat alanında çalışan bazı geleneksel bilim insanları açık sözlülükle kültürel çalışmaları eleştirmiştir. Bu bilim insanları, hareketin hassas çerçevesinin kuramsal dayanaklarını yöntem düzeyinde tartışmıştır. Bloom kendi fikrini 2000 yılı Eylül ayında Amerikan kanalında (C-SPAN) yayınlanan Booknotes adlı televizyon programında açıkladı: “Sadece İngilizce konuşulan ülkelerde değil, başka yerlerde de okumanın iki düşmanı vardır. Bunlardan biri edebiyat çalışmalarının akıl almaz bir şekilde yok edilmesi ve İngilizce konuşulan ülkelerdeki lise ve üniversitelerin hepsinde kültürel çalışmalar adı altında ortaya çıkmasıdır. Herkes bu olgunun ne olduğunu biliyor. Artık bitap düşmüş “siyasi doğruluk” ifadesi neler olup bittiğini ve ne yazık ki hala her yerde neler olduğunu çok güzel bir şekilde tanımlayan bir ifadedir ve belirtmem gerekirse, entelektüellerin ihanetini - ki bence bu “katiplerin ihaneti”dir - temsil eden İngilizce konuşulan ülkelerdeki kadrolaşmış fakültelerin beşte üçünden fazlasına hükmeder.”[42] Marksist edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton kültürel çalışmalara tamamen karşı değildir fakat After Theory’nin (2003) de içinde bulunduğu birçok kitabında, bu alanın bazı yönlerini eleştirip güçlü ve zayıf yönlerinin altını çizmiştir. Eagleton’a göre, edebiyat ve kültürel teori hayattaki “temel sorular” hakkında önemli şeyler söyleme gücüne sahiptir fakat kuramcılar bu gücün nadiren farkında olmuştur. Sosyologlar Kültürel çalışmaların sosyoloji üzerindeki etkisi de kayda değerdir. Örneğin, Stuart Hall Birmingham Okulu’nu terk ettiğinde, bunu Britanya’da yer alan Open Üniversitesi’ndeki sosyoloji bölümünde elde edeceği prestijli profesörlük pozisyonu için yaptı. Bir alt alan olan kültürel sosyoloji, kültürel çalışmaları uygulayan birçok kişinin bu disiplinle ilgili evi hâline gelmiştir. Yine de, genel olarak bir disiplin olan sosyolojiyle bir alan olan kültürel çalışmalar arasında bazı farklılıklar vardır. Sosyoloji kendisini felsefe veya psikoloji konularından bilinçli bir şekilde ayıran çeşitli tarihsel çalışmalar üzerine kurulu iken, kültürel çalışmalar disiplinselliğin geleneksel uygulama ve anlayışlarını açık bir şekilde sorgulamış ve eleştirmiştir. Kültürel çalışmaları uygulayan birçok kişi kültürel çalışmaların diğer disiplinlere benzememesinin ve kendisi için disiplinselliğe özenmemesinin en iyisi olduğunu düşünür. Bunun yerine, kültürel çalışmalara temel oluşturabilecek bir tür radikal disiplinlerarasılığı desteklerler. Çalışması kültürel çalışmalar üzerinde önemli bir etkiye sahip olan bir sosyolog da Pierre Bourdieu’dür. Bourdieu çalışmasında röportajları derinlemesine inceler ve istatistikleri yaratıcı bir şekilde kullanır.[43][44] Ancak, Bourdieu’nün çalışması her ne kadar kültürel çalışmalarda etkili olmuş ve kendi çalışmasını bir bilim şekli olarak görmüş olsa da, kültürel çalışmalar “bilimselliğe” özenme gereksinimi fikrini hiçbir zaman kabullenmemiş ve kültürel çalışmaların temeli olarak “bilimselliğin” fetişleştirilmesine karşı birçok kuramsal ve yöntemsel parametreler sıralamıştır. Kültürel çalışmaları eleştiren diğer iki sosyolog da Chris Rojek ve Bryan S. Turner’dır. "Decorative sociology: towards a critique of the cultural turn" adlı makalelerinde tartıştıkları üzere, özellikle Stuart Hall tarafından savunulan bir olgu olan kültürel çalışmalar istikrarlı bir araştırma gündeminden yoksundur ve metinlerin çağdaş okumalarına ayrıcalık tanır, böylece tarihdışı bir kuramsal odak oluşturur. Ayrıca, şu iddiayı öne sürerler: Kültürel çalışmalarda "hem tarihi ve kültürlerarası ilişkinin reddi hem de ifade edilen siyasi görüşlerin doğruluğu hakkında ahlaki bir üstünlük hissi vardır”.[45] Fizikçi Alan Sokal 1996 yılında, fizikçi Alan Sokal, Social Text adlı kültürel çalışmalar dergisine alaycı bir makale göndererek bu alanla ilgili karşıt görüşlerini ifade etti. Sokal’ın, postmodernizm’in “moda olan saçmalığı” olarak bahsettiği şeyin parodisinin ustalıkla işlendiği bu makale hakemlik sürecinden geçirilmeden derginin editörleri tarafından kabul edildi. Makale basıldığı zaman Sokal, kendini “akademik dedikodu” dergisi olarak tanımlayan Lingua Franca’da Social Text’te belirttiği alaycı ifadelerini açıklayan ikinci makalesini yayınladı.Sokal içindeki isteğin bilimsel rasyonalizm ilgili çağdaş eleştirileri reddetmesinden kaynaklandığını belirtti: “Siyasi açıdan kızgınım çünkü her ne kadar hepsi olmasa da bu saçmalığın çoğu kendini ilan eden sol görüşlülerden kaynaklanıyor. Burada yüz seksen derecelik tarihi bir dönüşe şahit oluyoruz. Son iki yüzyılın büyük bir kısmında, sol görüş bilimle özdeşleştirilip gericiliğe karşı olarak görüldü. Rasyonel düşüncenin ve nesnel gerçekliğin (hem toplumsal hem de doğal) cesur analizinin, güçlüler tarafından (kendi içinde haklı olan tutkulu insanlardan bahsetmiyorum bile) teşvik edilen aldatmacalarla savaşmak için akıllıca bir yöntem olduğuna inandık. Yenilikçi ve solcu birçok akademik hümanistin son zamanlarda bilgisel göreliğin o veya bu şekline yönelmesi bu değerli mirasa ihanet ediyor ve yenilikçi toplumsal eleştirinin hala hassas olan görüşlerinin temelini sarsıyor. “Gerçekliğin toplumsal inşası”yla ilgili kuramlar geliştirmek bize AIDS’e etkili bir tedavi bulma veya küresel ısınmayı engellemek için stratejiler oluşturma konusunda yardımcı olmayacak. Eğer doğruluk ve yanlışlık kavramlarını reddedersek siyaset, ekonomi, sosyoloji ve tarihteki yanlış fikirlerle savaşamayız.”[46] Temel eserler Hall ve diğerleri, kültürel çalışmalar alanındaki bazı temel kaynaklı metinleri ya da özgün "müfredatları", belirledi: • Hoggart'ın The Uses of Literacy • Raymond Williams'ın Culture and Society ve The Long Revolution[14] • E. P. Thompson'ın The Making of the English Working Class. Ayrıca bakınız Alanlar ve kuramlar Comparative cultural studies Eleştirel teori Cross-cultural studies Kültürel çözümleme Kültürel antropoloji Cultural assimilation Cultural consensus theory Cultural critic Cultural geography Cultural hegemony Cultural heritage Cultural history Cultural identity theory Cultural imperialism Cultural materialism Cultural practice Kültürel psikoloji Cultural rights Cultureme Culturology Cinsiyet araştırmaları Heritage studies Edebi eleştiri Edebiyat teorisi Media culture Media studies Organizational culture Physical cultural studies Popular culture studies Postkolonyalizm Queer theory Semiotics of culture Social criticism Social semiotics Kültür sosyolojisi Çeviribilim Visual culture Akademik programlar Kültürel çalışmalar ve benzeri programların verildiği üniversitelerin listesi Dernekler Association for Cultural Typhoon, Japan The Canadian Association for Cultural Studies Cultural Studies Association of Australasia[47] Cultural Studies Association, Taiwan Cultural Studies Association, Turkey Cultural Studies Association, US ECREA – European Communication Research and Education Association, Norway IBACS, Iberian Association of Cultural Studies, Spain Inter-Asia Cultural Studies Society, Taiwan International Association for Translation and Intercultural Studies(IATIS), South Korea International Society for Cultural History, UK Media, Communication and Cultural Studies Association, UK Yazarlar Ackbar Abbas Theodor W. Adorno Giorgio Agamben Sara Ahmed Ien Ang Arjun Appadurai Mikhail Bakhtin Mieke Bal Roland Barthes Jean Baudrillard Zygmunt Bauman Tony Bennett Lauren Berlant Michael Bérubé Homi K. Bhabha Pierre Bourdieu danah boyd Peter Burke Judith Butler Angie Chabram-Dernersesian Rey Chow James Clifford William E. Connolly Tim Cresswell Douglas Crimp Jonathan Culler Antonia Darder Guy Debord Michel de Certeau Gilles Deleuze Jacques Derrida Richard Dyer Michael Eric Dyson Terry Eagleton John Ellis Arturo Escobar Frantz Fanon John Fiske Hal Foster Michel Foucault Sarah Franklin Paulo Freire John Frow Néstor García Canclini J.K. Gibson-Graham Paul Gilroy Henry Giroux Antonio Gramsci Lawrence Grossberg Elizabeth Grosz Felix Guattari Jürgen Habermas Catherine Hall Gary Hall Stuart Hall Donna Haraway Michael Hardt John Hartley Dick Hebdige Bob Hodge Richard Hoggart bell hooks Max Horkheimer Eva Illouz Mizuko Ito Luce Irigaray Annamarie Jagose Rosi Braidotti Henry Jenkins Douglas Kellner Laura Kipnis Henry Krips Julia Kristeva Ernesto Laclau Scott Lash Gilles Lipovetsky Jean-François Lyotard Herbert Marcuse Hayden White Jésus Martín-Barbero Doreen Massey Alan McKee Angela McRobbie Robert McRuer Kobena Mercer Toby Miller Nicholas Mirzoeff Chandra Talpade Mohanty Chantal Mouffe Meaghan Morris Hamid Naficy Antonio Negri William Nericcio Griselda Pollock Elspeth Probyn Janice Radway Jacques Ranciere Andrew Ross Marc Augé Edward Said Beatriz Sarlo Saskia Sassen Eve Kosofsky Sedgwick Richard Sennett Beverley Skeggs Edward Soja David Harvey Gayatri Chakravorty Spivak Sara Suleri Tiziana Terranova E.P. Thompson Tzvetan Todorov Graeme Turner Valentin Voloshinov Michael Warner Cornel West Raymond Williams Paul Willis Slavoj Žižek Dergiler Angelaki: Journal of the Theoretical Humanities Camera Obscura: Feminism, Culture, and Media Studies Communication and Critical/Cultural Studies Continuum: Journal of Media & Cultural Studies Critical Studies in Media Communication Cultura Cultural Critique Cultural Studies Cultural Studies <=> Critical Methodologies Cultural Studies of Science Education Cultural Studies Review Culture Machine differences: A Journal of Feminist Cultural Studies European Journal of Cultural Studies French Cultural Studies Inter-Asia Cultural Studies International Journal of Cultural Studies Journal for Early Modern Cultural Studies Journal of African Cultural Studies Journal of Latin American Cultural Studies Journal of Spanish Cultural Studies New Formations Parallax Portuguese Cultural Studies Portuguese Literary & Cultural Studies (PLCS) Public Culture Review of Education, Pedagogy and Cultural Studies Social Text Space and Culture Theory, Culture & Society Topia: Canadian Journal of Cultural Studies Notlar ^ "Cultural studies" is not synonymous with either "area studies" or "ethnic studies," although there are many cultural studies practitioners working in both area studies and ethnic studies programs and professional associations (e.g. American studies, Asian studies, African-American studies, Latina/o Studies, European studies, Latin American studies, etc.). ^ "Cultural Studies Associations, Networks and Programs", extensive, but incomplete, list of associations, networks and programs as found on the website for the Association of Cultural Studies, Tampere, Finland. ^ Bérubé, Michael (2009), "What's the Matter with Cultural Studies?", The Chronicle of Higher Education. ^ Sardar, Ziauddin and Van Loon, Borin (1994). Introducing Cultural Studies.New York: Totem Books ^ Dworkin, Dennis. Cultural Marxism in Post-War Britain: History, the New Left, and the Origins of Cultural Studies (Durham and London: Duke University Press, 1997), p. 116 ^ see also Corner, John (1991), "Postscript: Studying Culture—Reflections and Assessment: An Interview with Richard Hoggart." Media, Culture and Society, Vol. 13, No. 2, April. ^ Ioan Davies, "British Cultural Marxism," International Journal of Politics, Culture and Society 4(3) (1991): 323-344, p. 328. ^ Morley & Chen (eds.) (1996). Stuart Hall: Critical Dialogues in Cultural Studies. London: Routledge. ^ Gilroy, Grossberg and McRobbie (eds.) (2000). Without Guarantees: In Honour of Stuart Hall. London: Verso. ^ Webster, Frank (2004). "Cultural Studies and Sociology at, and After, the Closure of the Birmingham School". Cultural Studies. 18 (6): 848 ^ Curtis, Polly (2002), "Birmingham's cultural studies department given the chop", The Guardian. ^ Turner, Graeme (2003). British Cultural Studies: An Introduction (Third ed.). London: Routledge. ^ Hartley, John (2003). A Short History of Cultural Studies. London: Sage. ^ a b Hall 1980 ^ Hall, Critcher, Jefferson, Clarke & Roberts (1978). Policing the Crisis: Mugging, the State, and Law and Order. New York: Holmes & Meier Publishers, Inc. ^ Hall, Stuart (1988). The Hard Road to Renewal: Thatcherism and the Crisis of the Left. London: Verso. ^ Hall & Jacques (eds.) (1991). New Times: The Changing Face of Politics in the 1990s. London: Verso. ^ Abbas & Erni (eds.) (2005). Internationalizing Cultural Studies: An Anthology. Malden, MA: Blackwell Publishing. ^ Lindlof & Taylor, 2002, p. 60. ^ Grossberg, Nelson & Treichler 1992 ^ Warren & Vavrus (eds.) (2002). American Cultural Studies. Urbana Champaign, IL: University of Illinois Press. ^ Hartley & Pearson (eds.) (2000). American Cultural Studies: A Reader. Oxford University Press. ^ Turner (ed.), Graeme (1993). Nation, Culture, Text: Australian Cultural and Media Studies. London: Routledge. ^ Sarto, Ríos & Trigo (eds.) (2004). The Latin American Cultural Studies Reader. Durham, NC: Duke University Press. ^ Irwin & Szurmuck (eds.) (2012). Dictionary of Latin American Cultural Studies. Gainesville: University Press of Florida. ^ Chen & Huat (eds.) (2007). The Inter-Asia Cultural Studies Reader. London: Routledge. ^ Hall, Stuart (June 1986). "Gramsci's Relevance for the Study of Race and Ethnicity". Journal of Communication Inquiry. 10 (2): 5–27. doi:10.1177/019685998601000202. ^ Lash 2007, pp. 68–69 ^ Edgar & Sedgewick, 165. ^ Giddens, Anthony (1984). The Constitution of Society: Outline of the Theory of Structuration. Malden, MA: Polity Press. ^ Guins & Cruz (eds.) (2005). Popular Culture: A Reader. London: Sage. p. 67. ^ Grossberg, Lawrence (2010). Cultural Studies in the Future Tense. Durham, NC: Duke University Press. ^ Butler, Judith (1997). "Further Reflections on Conversations of Our Time". Diacritics. 27 (1). ^ Appadurai, Arjun (1996). Modernity at Large: Cultural Dimensions of Globalization. Minneapolis: University of Minnesota Press. ^ Gilbert, Jeremy (2008). "Against the Commodification of Everything". Cultural Studies. 22 (5). ^ Bakhtin, Mikhail 1981. The Dialogic Imagination. Austin, TX: UT Press, p. 4. ^ Fiske, Hodge and Turner (1987). Myths of Oz: Reading Australian Popular Culture. Allen & Unwin: Boston ^ Jeff Lewis (2008) Cultural Studies, Sage, London; Jeff Lewis, (2005) Language Wars: The Role of Media and Culture in Global Terror and Political Violence, Pluto, London. ^ Lewis 2008 ^ During 2007 ^ Miller 2006, p. index ^ "Booknotes.org". 4 Ekim 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 5 Aralık 2016. ^ Richard Harker, Cheleen Mahar, Chris Wilkes (eds), An Introduction to the Work of Pierre Bourdieu: The Theory of Practice. Houndmills: Macmillan, 1990, pp. 68-71. ^ Bourdieu, Pierre (1984). Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste. Cambridge, MA: Harvard University Press. ^ Rojek, Chris, and Bryan Turner, "Decorative sociology: towards a critique of the cultural turn." The Sociological Review 48.4 (2000): 629-648. ^ "A Physicist Experiments With Cultural Studies", Alan Sokal, English translation of article from Lingua Franca, 1996. Physics.nyu.edu. ^ "About" 29 Şubat 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.. Cultural Studies Association of Australasia. Retrieved 29 September 2015. Kaynakça Du Gay, Paul, et al. Doing Cultural Studies: The Story of the Sony Walkman. Culture, Media and Identities. London ; Thousand Oaks Calif.: Sage in association with The Open University, 1997. During, Simon (2007). The Cultural Studies Reader (3rd ed.). London: Routledge. ISBN 978-0-415-37412-5. Edgar, Andrew and Peter Sedgwick. 2005. Cultural Theory: The Key Concepts. 2nd edition. NY: Routledge. Engel, Manfred: "Cultural and Literary Studies". Canadian Review of Comparative Literature 31 (2008): 460-467. Grossberg, Lawrence; Nelson, Cary; Treichler, Paula A., eds. (1992). Cultural Studies. New York: Routledge. ISBN 0-415-90351-3. Hall, Stuart, ed. (1980). Culture, Media, Language: Working Papers in Cultural Studies, 1972-1979. London: Routledge in association with the Centre for Contemporary Cultural Studies, University of Birmingham.ISBN 0-09-142070-9. Hall, Stuart. "Cultural Studies: Two Paradigms." Media, Culture, and Society 2 (1980). Hall, Stuart. "Race, Culture, and Communications: Looking Backward and Forward at Cultural Studies." Rethinking Marxism 5.1 (1992): 10-18. Hoggart, Richard. The Uses of Literacy: Aspects of Working Class Life (Chatto and Windus, 1957). ISBN 0-7011-0763-4 Johnson, Richard. "What Is Cultural Studies Anyway?" Social Text 16 (1986–87): 38-80. Johnson, Richard. "Multiplying Methods: From Pluralism to Combination." Practice of Cultural Studies. London; Thousand Oaks, CA: SAGE, 2004. 26-43. Johnson, Richard. "Post-Hegemony? I Don't Think So" Theory, Culture and Society. 24(3): 95-110. Lash, Scott (May 2007). "Power After Hegemony: Cultural Studies in Mutation?". Theory, Culture & Society. 24 (3): 55–78. doi:10.1177/0263276407075956. Lewis, Jeff (2008). Cultural Studies: The Basics (2nd ed.). London: Sage. ISBN 1-4129-2229-1. Lindlof, T. R., & Taylor, B. C. (2002). Qualitative Communication Research Methods, 2nd edition. Thousand Oaks, CA: Sage. Longhurst,Brian, Smith,Greg, Bagnall, Gaynor, Crawford, Garry and Michael Ogborn, Introducing Cultural Studies, Second Edition, Pearson, London, 2008, ISBN 978-1-4058-5843-4 Miller, Toby, ed. (2006). A Companion to Cultural Studies. Malden, Mass: Blackwell Publishers. ISBN 978-0-631-21788-6. Pollock, Griselda (ed.), Generations and Geographies: Critical Theories and Critical Practices in Feminism and the Visual Arts. Routledge, 1996. Pollock, Griselda. Psychoanalysis and the Image. Boston and Oxford: Blackwell, 2006. Smith, Paul. Questioning Cultural Studies: An Interview with Paul Smith. 1994. MLG Institute for Culture and Society at Trinity College. OSF1.gmu.edu, 31 August 2005. Smith, Paul. "A Course In "Cultural Studies"." The Journal of the Midwest Modern Language Association 24.1, Cultural Studies and New Historicism (1991): 39-49. Smith, Paul (2006). "Chapter 19. Looking Backwards and Forwards at Cultural Studies". In Miller, Toby. A Companion to Cultural Studies. Malden, Mass: Blackwell Publishers. pp. 331–40. ISBN 978-0-631-21788-6. Theory, Culture and Society, 21(1), 2004. Williams, Raymond. Keywords: A Vocabulary of Culture and Society. Revised edition. New York: Oxford University Press, 1985. Williams, Raymond. Culture and Society, 1780-1950. New York,: Harper & Row, 1966. Dış bağlantılar • CCCS publications (Annual Reports and Stencilled Occassional [sic] Papers) of the University of Birmingham • "The Need for Cultural Studies: Resisting Intellectuals and Oppositional Public Spheres" • CLCWeb: Comparative Literature and Culture at Purdue University This page is based on a Wikipedia article written by contributors (read/edit). Text is available under the CC BY-SA 4.0 license; additional terms may apply. Images, videos and audio are available under their respective licenses. Tell your friends about Wikiwand! Gmail Facebook Twitter https://www.wikiwand.com/ Link Home About Us Press Site Map

Güncel Tarih: Aydın Olamamanın Dayanılmaz Hafifliği yada Medya-Y...

Güncel Tarih: Aydın Olamamanın Dayanılmaz Hafifliği yada Medya-Y...: Yahudi düşmanlığının Avrupa'da hızla yayıldığı günlerdir. Gözünü kan bürümüş savaş çığırtkanları yaklaşan büyük paylaşım mücadele...

1 Mayıs 2020 Cuma

Ahmet İnam’dan aşkın felsefesi

Ahmet İnam’dan aşkın felsefesi Yazar Birsen Altıner ODTÜ’de elektrik mühendisliği okumasına rağmen, Prof. Dr. Ahmet İnam Türkiye’nin sayılı birkaç gerçek filozofundan biri olarak kabul edilir. Mantık, bilim felsefesi, bilgi teorisi, felsefe tarihi, kültür felsefesi ve ahlak felsefesi alanlarında çalışmaları olan Prof. Dr. Ahmet İnam, Hayvan Dergisine verdiği bir beyanatta “Bilge dediğin fırlama olur” demiş, ardında da Birgün gazetesinde yayınlanan bir röportajında bu görüşünde ısrarlı olduğunu vurgulamıştı. Demişti ki; “Bilge dediğin hem fırlama olur, hem de puşt olur. Bilge, hayatın bütün hazlarının ardından koşar ama o hazların hiçbirinin dangalağı olmaz. Serserilerle konuşur, berduşlarla arkadaşlık eder, bir sürü dedikodunun farkındadır, magazinleri izler ama bulaşmaz. Günde on beş dakika televizyon izler ama sonra genellikle evleri iki katlı olduğundan yukarı çıkar, Mevlana’yı Farsçasından okur, yatmadan önce iki bardak şarap içer. Bilge adamda hem sokakta süren hayatı yaşayabilme yeteneği ve gücü vardır hem de o hayatın dışına çıkabilme cesareti. Yani bilge insan, hayatın içindedir. Leman’ı, Penguen’i okuduğu zaman esprileri anlar, mel mel bakmaz. Yani ben bilgeyim, bu adamlar ne biçim espri yapıyor, çok ayıp demez. Son çıkan küfürleri bilir. Yeni küfürler üretir. Yaşamdan tat almayı bilir ama bunu hiçbir zaman ayağa düşürmez. Ayağıyla yaşadığı yaşamı, yukarı çeker. O küfür ettiği zaman, küfür onda besmele gibi bir şey olur. Bizde bilge, yerinden kalkmaz, aksakallı, yemek yemez, çişi gelmez biri olarak bilinir. Oysa bilge dediğin doğal gaz kuyruğuna girer, sırasını kapan olursa kavga eder, gerekirse karakolluk olur. Bu tanıma göre bilgelik, akademisyenlikle pek örtüşmüyor. Akademisyenlik kötü bir iş. Bilgeliğe aykırı, otuz yıldır millete not veriyorum, kusturucu bir şey, bıktım anasını satayım, hepinize sıfır diyeceğim bir gün. Ya da hepinize yüz, ne fark eder. Bilgelikle akademisyenlik arasında bir ilişki olabilir, o da yaşı 18-20 olanlarla sürekli bir arada olmaktan kaynaklanan bir şey. Bu avantajı kullanırsanız, yeni kalabilirsiniz.” ODTÜ Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet İnam’ın pek çok konuda ilginç görüşleri var Ahmet İnam Birgün Gazetesinde yayınlanan bir röportajında aşktaki teorisi şöyle anlatmış: “Aşk doğuştan hormonlarla ilgilidir ama aynı zamanda kazanılması, edinilmesi gereken de bir şeydir. Emek ister. Hormonu iyi salgılayan aşık olduğunu sanabilir, çıldırabilir, azabilir ama aşk ayrı bir şey. Bir sanat, bir güzellik yaratmaktır aşk. Hıyarların, hamhalat heriflerin işi değildir. Diyelim ki kızın birini görüyorum, içime bir ateş düşüyor ve aşık oluyorum. Yok, öyle yağma, böyle beleş bir şey olabilir mi? Ateş düştükten sonra ne halt yediğine bağlı olarak aşk olur ya da olmaz. Ateş düştükten sonra o ateşi düşüren kişiye gidip onu söndüreyim hemen diyorsan, orada aşk yoktur. Ama aşk düştüğünde; kendimizi, hayatı, yaşadığımız kültürü anlamaya ve dönüştürmeye çalışıyorsak, işte aşk odur. Bize insan olduğumuzu hatırlatır ve büyük bir sorumluluk yükler. Aşık olduğum zaman aklıma şu gelmeli, aşığım, demek ki yapacak çok iş var. Yani aşktan aldığımız enerjiyle bir yere bir ağaç dikebiliyorsak, bir insana yardım edebiliyorsak, farklı kitaplar okuyabiliyorsak, gereğini yerine getirdiğimiz şeydir. Aşk eşittir sevgili değil, iki kişilik de değil çok kişiliktir aşk. Bütün dünyayı düşman belleyip Leyla’yı sevmek değildir. Leyla’da bütün insanlığı sevmektir.” Prof. Dr. Ahmet İnam “Aşkta Etik ve Estetik Sorumluluk” adlı yazısında “Aşkı yaşamak hem büyük bir bela hem de büyük bir fırsattır” der ve şöyle devam eder: “Aşk insana bir afet gibi gelebilir. Gece yarısı yer sarsılmış, duvarlar, tavan üstümüze çökmüştür! Elbette yaşadığımız aşksa, salt hormonal bir fırtına, romantik gaflet, karşılığı olmayan kendimize özgü düşlerden oluşmuş bir fantezi yumağı, tuhaf bir ‘erotomani’ değilse! Bu sözlerimin aşka bir hakaret, bir entelektüel yukarıdan bakış, insanı tanımaktan aciz, soyut, tepeden inme ölçütlerle ortaya konmuş bir ‘karikatür’ olduğunun farkındayım. Yine de aşkın bir ölçüde denetlenebilir (elbette büyük bir ustalıkla) bir yaşam enerjisi olduğuna inanırım. Bu enerjiyi harekete geçirebilecek olanaklar geliştiğinde, insanın yeni bir yaşantılar bütünlüğünde yaşama fırsatı ortaya çıkar. Dünya dönüşür. …Dönüşümün yolda olmasıdır aşk. Aşık olup da yerinde sayanlara, daha kötüye, daha çirkine gömülenlere duyurulur. Aşk enerjisi içimize çökünce, ya da içimizde patlayınca aşkın sesi duyulur. Üç buyruğunu önemli bulurum: Aşk, aşıka şunları der: 1. İnsansın. Çaresizsin. Sınırlısın. Ölümlüsün. Çaresizliğini aşma olanaklarından biriyle karşı karşıyasın. Yaşama eşiğinde bulunduğun aşktır. Paylaşmayı deneyeceksin. Öğren. Yaşa. Antenlerini açık tut. 2. Yaşayabiliyorsan, iki büyük sorumluluğun var aşkta. Aşkın sorumluluğudur. Bigane kalanları yakar. İlki estetik sorumluluktur. Güzelleştirme sorumluluğu. Mâdem ki aşk, bir olanak, bir fırsat, bir tür tinsel ve tensel kayırmasıdır hayatın; bunun bedelini ödemelisin. Aşkın sana sunduklarına karşı borçlusun. Kime? İnsanlara. Hayata. Elbette sevgiline. Kendine. Nasıl güzelleştirilir aşk? Emekle, bilgiyle, estetik çabayla. Sonuçta bir yapıt, estetik bir yapıt çıkacaktır ortaya. Aşk denen insan yaratısı. Birlikte yarattığımız. 3. Aşk iki kişilik yalnızlık olamaz. Tüm insanlığa, insanlara karşı sorumludur. Sevgilide insanı severiz, insanlığı . Aşkın etik sorumluluğu aşk enerjisiyle insanlara vermemiz gerektiğini anımsatır bize. Aşk hem estetik hem etik ödevler verir bize: Sevgilini severek insanları sev. Kendi bencil dünyandan çık, duvarlarını yık. Birlikte dönüşümler yaşamayı öğren. Yarattığın aşk yapıtı, insanlığın estetik yaşantılar tarihinde yer alsın. İnsanların daha güzel, daha hakça bir dünyada yaşamaları için çaba göster. Çünkü aşıksın. Çünkü sorumlusun. Çünkü borçlusun. Gönlünde aşk varsa, insanlara gönül borcun var. Aşk kolay değil. Bir gün insanlar bu enerjiyi dönüştürmeyi öğrenecekler. Kendi içine kapalı topluluklarla sınırlı mistik bir yaşantı olmaktan çıkacak. Erotik görünümünü kazıyıp arkalarındaki insanı yakalamayı hiç değilse şimdikinden daha fazla insan öğrenecek. Aslında kuşkularım çok. Yine insan, aşk adına bir yığın bayağılık yaşayacak. Uyanık romancılar, sanatçılar bu işten çok para, çok ün kazanacak. Olsun, yine de düşlerimize, umutlarımıza, beklentilerimize şimdilik karışan yok.”

27 Nisan 2020 Pazartesi

PİERRE BOURDİEO

Not : üSTTEKİ GÖRSEL ÇALIŞMA BANA AİTTİR. ALTTAKİ YAZININ TÜMÜ ALINTIDIR. Hayatı ve Önemi Pierre Bourdieu 1930 yılında Fransa’nın Pirene-Atlantik şehrinin Bearn köyünde doğmuş, 2002 yılında hayatını kaybetmiş ama yaşadığı döneme, bugünümüze ve geleceğe ismini yazdırmış ve yazdıracak olan önemli bir sosyologtur. Bourdieu’nun yaşamının sosyolojiyle kesişmesi, Cezayir’de zorunlu askerlik görevini yapmasıyla gerçekleşir. Burada olduğu dönemde Cezayir ve Fransa arasındaki çatışmalarda, Cezayir’in safında yer almış ve Cezayir’in Sosyolojisi (1958), Kökünden Koparma (1964) kitaplarını yazmıştır. Cezayir’in Kabil bölgesi köylüleri üzerine yaptığı antropolojik çalışması ona sosyolojik kuramının temellerini atma imkanı vermiştir. Bourdieu ile ilgili yazılanları okuduğumuzda zamanla bir halk kahramanına dönüştüğünü söylemek mümkün. Beyaz bir vatandaş olmasına rağmen, siyahların mücadelesinin yanında kendini konumlandırması ve sahaya inen bir sosyolog olması her zaman takdir toplamasını sağlamış. Bir taşradan gelmiş olmasına rağmen, kazandığı burs ile seçkin Fransızlar’ın gittiği Ecole Normale Superieure’de eğitim görmüştür. Okul arkadaşları aksanıyla ve geldiği yerle dalga geçtiği için mutlu bir eğitim yaşamı geçirmemiştir, ancak yaşadığı bu deneyimlerin onu bugünkü bulunduğu noktaya getirdiğini dile getirmektedir. Cezayir Savaşı’nın sonunda (1960-1961) Paris’te asistan, sonra 1961’den 1964’e kadar Lille’de misafir öğretim üyesi olarak görev aldı. 1981’de Collége de France’ın Sosyoloji kürsüsüne atandı. Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’teki çalışmalarda ve 1975’teki kuruluşundan itibaren Actes de la Recherce en Sciences Sociales (ARSS) dergisinde yöneticilik yaptı. 1993’te CNRS (Centre National de la Recherce Scientifique – Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi)’in Altın Nişanını kazandı. Bourdieu 23 Ocak 2002’de yaşamını yitirdi . En önemli özelliklerinden bir tanesi ise zıt gibi görünen birçok kavram ve kuramı bir araya getirme çabası. Sosyologlar arasında kutuplaşmaya sebep olan inşacılık ve yapısalcılığı birleştiren Bourdieu, her kavram ve kuramın incelenen olgu ve olaya göre açıklayıcılığının değişebileceğini, bu yüzden hiçbir kavram ve kuramın dışlanamayacağını aynı zamanda hiçbirinin de genel geçer kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır. Salt yapıya veya salt bireye vurgu yapan çalışmaların, vurgu yapmadıkları gerçeklikleri sürekli olarak gözden kaçırdıklarını belirten Bourdieu, ikili yönünü ya yapısalcı inşacılık ya da inşacı yapısalcılık olarak belirtmiştir. Ona göre, incelenen olay veya olgunun tüm tarihsel geri planının bilinmesi gerekir. Teorik ve tarihi altyapının tek başlarına açıklayıcı olmadığını öne süren Bourdieu, kurulan teorinin pratiğe dökülmesi gerektiğini ve pratiği olmayan teorinin doğrulanamaz olduğunu belirtir . Pratik ve kuram arasındaki bu dönüşümlü süreç Bourdieu sosyolojisinin “düşünümsel” (reflexive) özelliğini temsil eder. Söz konusu düşünümselliğin temellerini Bourdieu’nün yaşam öyküsünde görmek mümkündür. Aldığı felsefe eğitiminin üzerine yaşadığı Cezayir deneyimi ve bu deneyim sırasında yaptığı görüşmeler, aldığı notlar ve çektiği fotoğraflar kendi metodolojik çerçevesinin de oluşmasını sağlamıştır. Bu çerçeve o kadar iç içe geçmiş bir haldedir ki, tek tek tanımlanmaya başlandığında düşünümsel sosyolojinin kavramlarından hiçbirinin diğerinden bağımsız ele alınamayacağı görülür. İçlerinden birisi tek başına ele alınmaya çalışıldığında, diğer kavramlar olmadan çok da işlevsel olmadığı rahatlıkla görülebilecektir. Bu yüzden Bourdieu her zaman alan, habitus, doxa, illusio, sermaye gibi kavramları hep bir arada ele alarak tanımlama yoluna gitmektedir . Bourdieu’nun düşünümsel sosyolojisinin en önemli özelliklerinden birisi yapı ve birey arasındaki diyalektik sürece odaklanması ve bu odaklanma sürecinde araştırmacının kendisine de incelenen olayın/olgunun bir parçasıymış gibi bakmasını öğütlemesidir. Araştırmacı bu sayede incelediği olayın/olgunun hangi tarihsel şartlar altında ve hangi karşılıklı etkilerle içinde bulunduğu duruma ulaştığını ve kendisinin de hangi noktadan olaya yaklaştığını kendi tarihsel kültürel ve toplumsal arka planını hesaba katarak rahatlıkla görebilecektir . Bourdieu ve Meşhur Kavramları 1. Oyun Metaforu ve Alan Bourdieu’ya göre hayat bir mücadele alanıdır ve sosyoloji de bir dövüş sporudur. Ona göre; “Çünkü tüm dövüş sporları gibi, onu da nesf-i müdafaa için kullanırız ve karşı tarafa zarar verecek herhangi bir darbeyi yasaklar”. Bourdieu’nün geliştirdiği kavramların anlaşılmasını kolaylaştırmak için verdiği en bilindik örneklerden birisi oyun örneğidir. Buna göre oyunun oynandığı yer alandır ve oyuncular oyuna dahil olmak için o oyundan elde edilebilecek bazı çıkarlara sahip olmalıdırlar. Bu çıkarları illusio kavramı karşılar ve oyunun oynanmaya değer bulunması ve kuralların (yani doxanın) sorgulanmaması şeklinde karşımıza çıkar. Oyuna dahil olmak demek onu oynanmaya değer bulmak demektir. Oyuna dahil olarak bu değer sorgulanmadan alanın yerleşik düzeni (kuralları, doxası) tanınmış ve benimsenmiş olur (Bourdieu, 2006b:405). Her oyuncu oyunda kullanılmak üzere elinde bazı kozlar bulundurur ve bu kozları da Bourdieu’nün sermaye kavramı karşılar. Ekonomik (maddi kaynaklar), kültürel (özellikle eğitim yoluyla edinilmiş olan kültürel kodlar), toplumsal (ilişkiler ağı) olmak üzere üç temel sermaye tipi vardır ve bu sermayeler içinde bulundukları şartlara göre farklı önemlere sahip olabilirler. Bu önem durumuna göre sermaye tiplerinin pratikteki yansıması ve/veya toplamı olarak adlandırılabilecek simgesel sermaye oluşur ve bu sermayeler bütünü oyuncuların ellerindeki kozlar olarak işlev görürler. Her koz farklı oyunlarda farklı işlevlere sahiptir, yani her sermaye tipi farklı alanlarda farklı işlevler görebilir. Böylece Bourdieu’da dört temel sermaye türü ile karşılaşılır . Alan, kendi belirlenimlerini içine girenlere dayatan bir güç alanıdır. Örneğin bilim insanı olmak isteyen birisi o alandaki bilimsel sermayeyi edinmek ve o bilimsel çevrenin habitusunu kendisi için çıkış noktası kabul etmek zorundadır, yani bu alanın kurallarına bağlı kalmak zorundadır (Wacquant, 2010:63). Alan hem simgesel mekanizmalar tarafından dışarıdan sınırlandırılan hem de eyleyiciler tarafından üzerinde mücadele edilen iki boyutlu bir yapıdır (Göker, 2010:545). Özetlemek gerekirse; alan oyunun (ya da sosyolojik anlamda mücadelenin) sürdüğü yerdir. Bireyler ellerinde bulundurdukları sermaye, sorgulamadan kabul ettikleri kurallar (doxa) ve oyunun sonunda elde edeceklerine inandıkları çıkarlar (illusio) doğrultusunda kendilerini sonuca götürecek bazı yollara zaman içerisinde aşina olmaya başlarlar. Nasıl sonuca gidileceğine dair sahip olunan bu davranış kalıpları, karşılaşılan durumlar neticesinde bireylerin ortak bir yatkınlıklar bütünü oluşturmasına yol açar. Bourdieu, bu yatkınlıklar bütününe habitus adını verir (Bourdieu ve Wacquant, 2003:82-83). 2. Habitus Habitus kavramının kaynağı Aristo’nun “heksis”inden gelmekte. Huy, iyelik anlamına gelen bu kavram, Ortaçağ felsefesinde “sürekli yinelenen, alışkanlık haline getirilmiş davranış biçimi” olarak kullanılmaktaydı. Emile Durkheim ise kavramı “eğitimle şekil verilen, edinilen alışkanlıklar” şeklinde kullanmıştır. Marcel Mauss 1934 tarihli “Techniques of the Body” isimli makalesinde şu ifadelere yer verir (akt. Tatlıcan, Çeğin,2010:305-306) “Latince olarak "habitus" dediğime dikkat edin lütfen, ki bunun ne anlama geldiği Fransa'da anlaşılamamaktadır. Bu kelime "alışkanlık" kelimesinden daha iyi bir biçimde, Aristoteles'teki "exis" edinme ve "yetenek" anlamlarını ifade etmektedir (ki Aristoteles bir psikologdu aynı zamanda). "Habitus" metafizik alışkanlıkları ya da şu gizemli hafızayı ifade etmez, ki bunlar ciltler dolusu kitaba ya da küçük ama ünlü tezlere konu olmuştur. Bu "alışkanlık" sadece kişilere ve onların taklitlerine göre değişmezler; özellikle toplumlara, eğitim biçimlerine, zevke, modaya ve prestij değerlerine göre de değişirler.” Bourdieu’nün habitus kavramını ele alışını incelersek, -ki yaşamının son dönemlerinde bu kavramı tanımlamaktan artık yorulduğunu ifade etmektedir- alan kavramının önemli tamamlayıcılarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Habitus Bourdieu’ya göre hem bireyi şekillendirir hem de bireyin eylemleri tarafından şekillendirilen karşılıklılık durumudur. Birey, habitus sayesinde farklı ihtimaller karşısında çözüm üretme yeteneği kazanır. Dolayısıyla birey hem yapılaşmış bir sınıflamanın içerisinden gelmekte hem de yapılaşma sürecinde olan bir sınıflamayı inşa etmektedir. Kişi daha önce herkesin yaptığı birçok şeyi yeniden yaparak habitusu da yeniden üretmiş olur. Başka bir deyişle habitus; eylemi yapan kişinin çok da hesaplamadan yaptığı ve özünde toplum tarafından kabul görmek için pratiğe döktüğü bir gerçekliktir. Hesaplamadan yapmaktan kasıt, bireyin toplumca kendisinden beklenenin dışında bir şey yapmama eğiliminde olmasıdır. Yani habitus kişiyi toplumsal düzendeki yerine uygun hale getiren eylem eğilimleri setidir. Bireylerin hem psikolojik hem de biyolojik olarak oyuna dahil olabilecek hale gelmesini sağlar . Bourdieu’nün “kazanılmış eğilimler toplamı” olarak habitus’u, örtük bir biçimde çocukluğun ilk yıllarında edinilir; ama aşılama bir kez tuttu mu, bireyin yapıp etmelerindeki can alıcılığı sonsuza dek sürer. Habitus, içinden çıktığımız toplumsal dünyanın sınırlandırmalarına ayak uydurmamızı sağlar; yüz yüze geldiğimiz sonsuz sayıda durum için birçok strateji geliştirmemize olanak tanır. Başka başka toplumsal ardyörelerden gelen kişiler farklı habituslar üretirler. Habitus’un en önemli işlevi ise oyunu hissetme duygusunu aşılamasıdır. Bourdieu, habitus kavramının anlamının, “alışkanlık” kelimesinden daha iyi bir biçimde, Aristo’daki “exis” edinme ve “yetenek” anlamlarını ifade ettiğine vurgu yapar. Habitus’u bir örnekle açıklayalım: Örneğin, bir birey kendi evine, evindeki eşyalara ve odaların konumuna zaman içinde alışır ve daha sonra karanlıkta dahi kalsa tahmin ve el yordamıyla ev içinde yolunu bulabilir. Örneğin evinin karanlık koridorundan geçip tahmini bir hamleyle elini ışığı yakmak için elektrik düğmesinin üzerine ya da yakınlarına atabilir. Ancak misafir olarak ilk defa gittiği bir evde bir anda karanlıkta kalsa orada yaşayan insanların yaşamayacağı bir tedirginlik duyar. Çünkü zihninde o eve ve evin yerleşimine dair bir bilgi yoktur. Orada da rahatlıkla yolunu bulabilmesi için daha önce çok defa o eve gelmiş, o evin içyapısına dair bazı bilgileri aklının bir köşesine yazmış olması gerekirdi . İşte habitus insanın kendi evinde karanlıkta dahi yolunu bulmasını sağlayan bu bilgiler ve yatkınlıklar gibi, içinde bulunduğu toplumsal alanlarda zorluklar yaşadığında onu çözüme ulaştıran bilgiler ve yatkınlıkların tümüne verilen isimdir . Bourdieu’ya göre (Bourdieu ve Wacquant 2003:118) “Alan, habitusu yapılandırır. Habitus, bir alanın ya da kesişen bir dizi alanın (alanlar arasındaki kesişmenin veya kopukluğun boyutu, bölünmüş, hatta parçalanmış habituslar yaratabilir) içkin zorunluluğunun somutlaşmasının ürünüdür”. Alan, varlığını sürdürmek için habitusu şekillendirir. Çünkü bir alan, yeniden üretimini sağlayacak eyleyicilere ihtiyaç duyar ve bu eyleyiciler habitusun varlığı sayesinde etkin olurlar. Bu anlamda habitus yeniden üretimi sağlayarak alanın var olmasında etken rol oynar”. “İnsanın varoluşu ya da bedenlenmiş toplumsallık olarak habitus, dünyayı belli bir dünya olarak var eden şeydir. Pascal’ın dediği gibi, “dünya beni içeriyor, ama ben onu anlıyorum”. Şu halde toplumsal gerçeklik iki kez varolur: Şeylerde ve beyinlerde, alanlarda ve habituslarda, eyleyicilerin içinde ve dışında. Ayrıca habitus, ürünü olduğu bir toplumsal dünyayla ilişkiye girdiğinde sudaki balık gibidir. Suyun ağırlığını hissetmez ve etrafındaki dünyayı çok doğal sayar. Kendimi ifade etmek için Pascal’ın sözü üzerinde daha uzun durabilirim: Dünya beni içeriyor, ama tam da beni içerdiği için onu anlıyorum; beni ürettiği için, ona ilişkin kullandığım kategorileri ürettiği için, bana apaçık görünüyor” (Bourdieu, Wacquant, 2003: 118). Tıpkı kendilerini üreten konumlar gibi, habitusler de farklılaşmış; ama aynı zamanda farklılaştırıcıdırlar. Ayrışmış, ayrıdırlar; ama aynı zamanda ayrımları getirirler: Farklı farklılaşma ilkelerini hayata geçirir ya da ortak farklılaşma ilkelerini farklı biçimde kullanırlar. Habitusler ayrı ve ayrıştırıcı pratikler doğurur –bir işçinin yediği şey, özellikle de yeme biçimi, yaptığı spor ve yapma biçimi, siyasal kanaatleri ve bu kanaatleri ifade etme biçimi sanayici patronun bunlara tekabül eden tüketimleri ve etkinliklerinden sistematik olarak farklıdır; ancak bunlar, aynı zamanda sınıflandırıcı şemalardır, farklı sınıflandırma ilkeleri, farklı görü ve ayrım ilkeleri, farklı zevklerdir. İyi ile kötü, güzel ile çirkin, saygın ile kaba, vb. arasındaki ayrımları saptarlar ama bu ayrımlar özdeş değildir. Örneğin, aynı davranış ya da aynı eşya birisine saygın, diğerine fazla iddialı ya da gösterişli, bir üçüncüye de çok kaba görünebilir. Ancak asıl önemli olan, pratikler, sahip olunan mallar, ifade edilen kanaatler arasındaki farklılıkların, bu algı kategorileri, bu görü ve ayrım ilkeleri aracılığıyla algılandıklarında simgesel farklılıklara dönüşmesi ve gerek bir dil oluşturmalarıdır. Farklı konumlarla, yani mallar, pratikler, özellik de biçimlerle bağdaştırılan farklılıklar, her toplumda, simgesel sistemleri kuran farklılıklar biçiminde işlerlik gösterirler; tıpkı bir dilin sesbirimleri ya da bir mitoslar sistemini oluşturan ayrıştırıcı çizgiler ve ayrımsal mesafeler gibi, yani ayrıştırıcı göstergeler olarak işlev görürler. Daha kesin bir biçimde söylemek gerekirse –Benveniste biraz hızlı yol alıyor…- bir farklılık, ayrıştırıcı bir özellik, yani örneğin beyaz ya da kara derili olmak, zayıflık ya da şişmanlık, Volvo ya da 2 CV araba, kırmızı şarap ya da şampanya, Pernod ya da viski, golf ya da futbol, piyano ya da akordeon, briç ya da pişti (çoğu zaman böyle işlediğinden dolayı karşıtlıkları ele alıyorum –ama aslında durum daha karmaşıktır) ancak ayrımı kavrayabilecek birisi tarafından algılandığı takdirde görünebilen, algılanabilen, kayıtsızlıkla karşılanmayan, toplumsal olarak anlamlı bir farklılığa dönüşür; çünkü o kişi tam da söz konusu uzamda yer aldığından kayıtsız değildir ve kendisine, örneğin kötü bir resimle bir tablo ya da Van Gogh’la Gauguin arasındaki farkı görmesini, bunları kavramasını, ayrıştırmasını sağlayan algılama kategorileriyle, sınıflandırıcı şemalarla, bir zevkle donanmıştır. (Bourdieu, 2006:21-23) 3. Sermaye Bourdieu, çalışmalarında toplumsal hiyerarşileri ve egemen yapıları yeniden üreten mekanizmaları ve bununla ilişkili toplumsal mücadeleleri analiz etmeye çalışır ve bu noktada ekonomik faktörlere öncelik veren Marksist analizi eleştirir. Nitekim ona göre toplumsal hiyerarşilerin ve egemen yapıların yeniden üretiminde toplumsal aktörler tarafından aktif olarak üretilen dilsel ve kültürel beceriler de önemli bir rol oynar. Bourdieu’ya göre bireylerin söz konusu bu toplumsal etkinlikleri toplumsal dünyada birbirinden görece özerk olan ve içlerinde belirli sermaye türlerinin rekabet ettiği, çeşitli toplumsal alanların oluşumuna yol açar . Bourdieu, alanlar içerisinde, hakimiyet çabası sırasında elde edilmeye çalışılan sermaye tiplerini (i) ekonomik, (ii) toplumsal (ya da sosyal), (iii) kültürel ve (iv) simgesel sermaye olarak tanımlar . Ekonomik sermaye, salt ekonomik kaynakların elde bulundurulması anlamına gelir. Marx’tan alıntıladığı bu sermaye türü gelir ve mülkiyet sahipliğini ifade etmekle birlikte aynı zamanda ekonomik olanın diğer pratiklerle ilişkisi bağlamında anlaşılması üzerine kuruludur. Yani Bourdieu’de ekonomik olan, ekonomik olmayandan bağımsız ve kopuk bir sermaye türü değildir (Göker, 2010:282). Bo- urdieu’nün ekonomik sermaye kavramı ile Marx’ın sermaye sınıfı arasındaki farka bakacak olursak; Bourdieu’nun ekonomik sermaye kavramı, bireyin sahip olduğu gelir-mal-mülk ilişkisini tanımlarken Marx’ın sermaye sınıfı ekonomik açıdan üretim araçlarını elinde bulunduranları ifade etmektedir. Dolayısı ile Marx’taki sermaye sınıfının sınırları ve ölçütü kesindir. Üst sınıfa tekabül eden bir burjuva sınıfı betimlemesidir. Bourdieu’da ise sınıfı açıklamak için ekonomik sermaye yalnız başına yeterli değildir. Diğer üç sermaye türü olan sosyal, kültürel, simgesel sermayelere de bakmak gerekir . Toplumsal ya da sosyal sermaye ise bir eyleyicinin içinde bulunduğu alanda sahip olduğu ilişkiler ağına gönderme yapar. “Eyleyicinin diğerleriyle olan bağlantıları, grup üyelikleri, bu ilişkilerin getirdiği eyleyicinin üstündeki veya ona yönelik yükümlülükler, ayrıcalıklar ve itimat” gibi olgular bu sermayenin içeriğini oluşturur (Göker, 2010: 282). Bourdieu’nun çalışmalarında çok temel bir yeri olan kültürel sermaye ise bir alanda gücü elinde bulunduranların eğitim yoluyla ailelere ve dolayısıyla bireylere aşıladığı yapıdır. Yani bir nevi “bilgi sermayesidir” (Bourdieu ve Wacquant, 2012:108). Göker’in (2010:282-283) belirttiği üzere, kültürel sermaye üç halde varolur; i) bedenselleşmiş (örneğin çocukluktan bu yana öğrenilmiş dil ve yazma alışkanlıkları ile bedenin kullanım tarzı) olarak, ii) nesneleşmiş (örneğin kitap, resim, sanat ve bilim eseri gibi özel kültürel hüner gerektiren nesneler) olarak ve iii) son olarak da kurumsallaşmış (örneğin eğitim kurumu aracılığıyla yaratılan eşitsizlik ve hiyerarşi) olarak . Bedenselleşen kültürel sermayeye örnek olarak, çocukluktan başlayarak hanenin sosyal konumuna göre öğrenilen dil alışkanlıkları, yazma stili, vücudunu farklı bağlamlarda kullanma tarzları gibi özelliklerle kazanılan ve eşitsizlik etkisini en şiddetli biçimde eğitim alanında üreten sermaye verilebilir. Sınıfsal ayrıcalıkları sayesinde ödüllendirilmesi daha kolay olan yüksek miktarda kültürel sermayeyi bedenselleştirmiş çocuklar, öğretmenler tarafından “bozuk aksanlı”, “el yazısı kötü”, “hovarda” gibi kategorilerle işaretlenen daha düşük sermaye yoğunluğuna sahip çocuklardan daha avantajlı olurlar (Göker, 2010:282-283). Bourdieu’ya göre eğitim, kültürel sermayeyi besleyen ve hakim sınıfın yararına olacak şekilde öğrencileri ayrıştıran bir kurumdur. Uzun süren eğitim maratonu sonucunda, hakim sınıfa mensup kişilerin çocukları, yine bu kişilere ait ekonomik, kültürel ve toplumsal sermayenin de gelecekteki sahipleri olurlar. Yönetilen konumdakilerin (ya da başka bir deyişle seçkin olmayanların) çocukları ise varlıklarıyla bu sistemin yeniden üretimine katkı sağlayan kişiler olarak sistem içerisinde yer alırlar. Hakim kültürel sermayeye sahip olmamasına rağmen iş ve eğitim hayatında başarılar elde eden bir birey, her zaman için parmakla gösterine bir örnek olurlar ve aslında bir istisnadırlar. Gerçekteyse hakim kültürel sermayeye sahip olan “zengin” ailelerin çocukları, ekonomik sermayenin de büyük kısmını ellerinde tutarlar. Yazılı kurallar, bu anlamda, henüz öğrenciyken bireyleri bazı şeyleri yapmaya ya da yapmamaya zorlar. Bu zorlamalar sonucunda bireyler yönetenlerin istediği biçimde hayata hazırlanmış olurlar. Bourdieu’nun sözünü ettiği dördüncü sermaye tipi ise simgesel sermayedir. Simgesel sermaye diğer sermaye tipleri ile yakından ilişkilidir. Simgesel sermaye kısaca tüm sermaye türlerini çeşitli oranlarda içinde barındıran ve bu şekilde belli bir alanda söz sahibi olabilmek için geçerli hale gelen sermaye türüdür. Gösterge değeri olan soyut bir durumdur. Örneğin eğitimin sonucunda alınan diplomalar simgesel sermaye özelliği taşır. Antika eserlere sahiplik, kolleksiyonculuk vs. gibi durumlar simgesel sermayeye ilişkin örneklerdir . Burada eklenmesi gereken önemli bir ayrıntı, hangi tür sermaye olursa olsun büyük bir sermayeye sahip olmanın her zaman için birçok ayrıcalık kazandırdığıdır. Gündelik yaşamda ulaşılabilecek yeni bir konum oluştuğunda (örneğin bu bir iş imkanı olabilir), bu konumlardan ilk haberdar olanlar ve bu konumlara ilk yönelenler (hangi sermaye biçimi olursa olsun) sermaye bakımından zengin olanlardır . 4. Simgesel Şiddet Eyleyicinin sosyal bağlantıları ve grup aidiyetleri üzerinden sahip olduğu sermaye, satın alma gücü, eğitimi, dil alışkanlıkları, beğeni yargısı, bunların hepsi farklı alanlarda diğer eyleyicilerle mücadele içinde birer tahakküm kozuna dönüştürülebilir. Bu durum habitusun sürekli yeniden üretilmesini ve üretilirken de dönüşmesini beraberinde getirir (Göker, 2010:279). Bu noktada simgesel şiddet kavramı önem taşır. İktidar, yeniden üretimini -yani var olan düzenin devamını- sağlamak için, fiziksel şiddet içermeyen bir baskı unsuru kullanır. Bourdieu’nun simgesel şiddet kavramıyla somutlaştırdığı bu baskı, bir toplumsal eyleyici üzerinde kendi suç ortaklığıyla uygulanan şiddet biçimidir . Bourdieu, sembolik şiddetin bir nevi “sihir teorisi” gibi işlediğini iddia ederek, sembolik şiddet teorisinin bir inanç üretimi teorisine dayandığının altını çizmektedir. Sembolik şiddetin etkilerinden birisi de, iktidarın karizmaya, bir sihre, bir cazibeye dönüştürülmesidir (Bourdieu, 1998: 102-103). 5. Bourdieu ve Beden Pierre Bourdieu, hemen her çalışmasında doğrudan ya da dolaylı olarak tahakküm sorunu üzerinde düşünmüştür. Tahakküm kavramı gerçekten de Pierre Bourdieu’nun kavramsal evrenini anlamak için kritik bir öneme sahiptir ve Bourdieu’nun kavramsal evrenine genel bir bakış, onun sosyolojik yaklaşımının kalbinde yatan kavramın tahakküm olduğunu açıkça ortaya koymaktadır . Tahakküm süreçlerinin işleyişini anlamamızda başka bir kritik uğrak da bir toplumsal mücadele alanı olarak “beden” ve bedenle kurulan ilişki olabilir. Söz gelimi yemek konusundaki beğeniler kişinin sosyal yaşamdaki konumu ve dünyaya bakışı ile ilintili kabul edilebilir. Bu konum ve bakış doğrudan kişinin kendi bedeniyle olan ilişkisini bir biçimde etkileyecektir. Bir sınıf için sahip olduğu, önemsediği değerler yemeğe bakışını etkileyen belirleyicilere dönüşebilir. Güzellik, estetik kaygısı, sağlıklı yaşam arzusu ile güçlü olmak, dayanıklı olmak arasındaki koordinat düzleminde sınıfların yemek pratikleri farklılaşır. Yine söz gelimi; ayrıcalıklı sınıfların aksine işçi sınıfı bedenlerinin güçlü kalmasına, dolayıyla ucuz ve besleyici yemeklere daha çok önem verir. Bu açıdan, “beden, (sahip olunan) beğenilerin maddileşmiş formudur.” Özetlersek, buradaki ana fikir sosyal yaşam içinde var olmak, bir konum işgal etmek, farklı olmak ve farklılaştırmak pratikleri ile iç içedir. Bu pratikler sahip olunan sermaye türleri ve kullanım tarzlarıyla gelişir. VW, Volvo, Mercedes, Ford, golf, tenis, futbol, şampanya, şarap, bira vb. “işaretler” farklı dünya görüşlerinin ayırıcı özelliklerine işaret eder . Wacquant’ın deyişiyle, “tanıma ve yanlış tanıma üzerinden kurulan bir iktidar paradigması” olarak anlaşılabilecek (Wacquant, 2002: 554) Eril Tahakküm kitabının hemen başında Bourdieu “eğer gerçekleştirdiği araştırmaların mantığı onu zorlamamış olsa” bu kadar zor bir konuya girişmeyeceğine işaret etmektedir. Bourdieu “doxa paradoksu” (paradox of doxa) dediği şeyden ne kadar etkilendiğine vurgu yaparak; “tüm çıkmazlarına, zorunluluklarına, adaletsizliklerine ve yaptırımlarına rağmen” kurulu düzenin ve bu düzen üzerinden yürüyen tahakküm ilişkilerinin nasıl bu kadar doğal görüldüğü ve kabul edildiği üzerinde düşünmenin kendisini ne kadar cezbettiğinden bahsetmektedir (Bourdieu, 2001: 1-2). Bourdieu’ya göre “doxanın (...) siyasal içermeleri en iyi şekilde kadınlar üzerinde uygulanan sembolik şiddette görülür” (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 59). Bourdieu burada toplumsal ve tarihsel olarak kurulan bir tahakküm biçiminin nasıl tarih dışı bir kategori olarak değerlendirildiğini, ebedileştirildiğini, doğallaştırıldığını ve içselleştirildiğini ele almaktadır. Bourdieu’nun esas kaygısı cinsiyetler arasındaki eşitsiz ilişkileri doğallaştıran her türlü etkiyi açığa çıkarmak ve bu etkilerin iktidarın toplumsal temelleri üzerinde nasıl inşa edildiğini göstermektir. Bu ayrımların kurulmasında ve doğallaştırılmasında sembolik iktidar ve şiddet mekanizmaları oldukça etkin bir görev görürler. Erkek egemen bakış açısının kurucu öge olduğu bir toplumsal düzende yaşam döngüsü zamansal ve mekânsal olarak eril tahakkümün kodlarına göre kurgulanmıştır. Bourdieu, kadınların tahakküm karşısındaki mevcut direnme biçimlerinin çoğu zaman erkeklerin hâkim dünya görüşüne ait biçimler olduğuna işaret eder ve Lucien Bianco’nun Çin’deki köylü direnişini yorumlarken söylediği bir söze atıfta bulunur: “Zayıfların silahları daima zayıf silahlardır.” (Bourdieu, 2001: 32) . Bourdieu’nun vurguladığı üzere eril tahakkümün üzerine inşa edildiği cinsiyet farklılıkları tüm toplumsal kozmosu düzenleyen bir zıtlıklar dizgesi içinde bulunmaktadır (Bourdieu, 2001: 7-8). Cinsel farklılıklara göndermede bulunan bu zıtlıklara belirli toplumsal ve kültürel kodlar atfedilmiştir. Burada vurucu olan nokta eril tahakkümün kendisini zıtlıkların içinde gizlemesidir. Yukarı/aşağı, üst/alt, kamusal/özel, kuru/ıslak, sağ/sol, aktif/pasif, hareketli/hareketsiz gibi zıtlıklar erkekler ve kadınlar arasındaki eşitsiz cinsel ilişkilerin içselleştirilmesine ve ebedileştirilmesine katkıda bulunurlar. Bu farklar sadece sözcükler üzerinden değil, performanslar düzleminde de işlemektedirler. Örneğin; erkek sadece algısal alanda “üst”te yer almamaktadır. Bu zıtlıkların büyük bir bölümü cinsel birleşme eyleminde de karşılığını bulan zıtlıklardır. Söz gelimi; kadının bir cinsel birleşme sırasında üstte olması bir yönetme emaresi olarak görüldüğü için “şeylerin düzeni”ne aykırıdır ve buna uygun olarak da reddedilir (Bourdieu, 2001: 18). Eril tahakküm “şeylerin düzeni” içinde saklıdır. Farklılıklar ve eşitsizlikler sadece düşünsel kategorilerde değil, jestlerde, davranışlarda, bireylerin tüm eylemlerinde somutlaşırlar. Toplumsal cinsiyetin kendisi de “cinsel biçimde (sexually) karakterize edilmiş bir habitus”tur (Bourdieu, 2001: 3) . Eril tahakküm çalışmasının ve tüm Bourdieu sosyolojisinin en heyecan verici taraflarından biri beden sorunu üzerine yapılan değerlendirmelerdir. Bourdieu’ya göre toplumsal dünya bedeni cinsel olarak tanımlanmış bir gerçeklik olarak kurmaktadır. Cinsiyetler arasındaki biyolojik farklılıklar, özel olarak erkek ve kadın cinsel organları arasındaki anatomik fark, cinsiyetler arasında toplumsal olarak kurgulanmış farkların doğal bir meşrulaştırıcısı işlevi görür. Bu işlevin gerçekleştirilmesinde “iktidar tarafından şekillendirilmiş olan beden, habitusların hem kaynağı hem de aracısıdır” (Westhaver, 2006: 632). Bedenin sahip olduğu özellikler eril tahakküm penceresinden bakıldığında zaten doğası ve şeylerin düzeni gereği olması gereken özelliklerdir. Bourdieu’ya göre eril tahakküm sadece “şeylerin düzeni”ne değil, bedenlere de işlenmiştir ve “bedenlerin hareketleri üzerinden eril ve dişil farklılıklar yeniden üretilmektedir.” (Jarvinen, 1999: 8). Bu çerçevede bedensel farklara etik bir boyut da katılmaktadır (Bourdieu, 2001: 24). Örneğin; Kabil toplumunda bir onur göstergesi olan burnun büyüklüğüyle penisin büyüklüğü arasında bir orantı kurulmuştur. Burada olumlu bir işlev gören bedensel farklara atfedilen anlam, kadınlar üzerinden olumsuzlayıcı bir pratik olarak işlev görür. Söz gelimi; Kabil dilinde vajina anlamına gelen iki kelimeden birinin aptallık, diğerinin de olumsuzlayıcı anlamında yapışkan anlamına gelmesi ya da Kabil toplumunda doğurganlığın, dolayısıyla dişiliğin bir simgesi olan yumurtanın küçültücü bir bakışa konu edilmesi gibi. Bourdieu, Avrupa geleneğinde de cesaretin erkeğin anatomik özellikleriyle eşleştirildiğine dikkat çekmektedir: “Testisleri olmak” (“to have balls”) deyiminin cesurluğu nitelendirmesi gibi. (Bourdieu, 2001: 11-14). Eril tahakkümün hükümranlığı sürdürdüğü bedensel farkların yanı sıra bedenle ilişkili aksesuarlar da bu tahakküm algısının ışığında değerlendirilmektedir. Örneğin kemer - Kabil toplumunda- basit bir nesne değil, vajinayı koruyan kutsal bir engel, bir “kapanış işareti”dir. Belindeki kemeri sıkılaştırmış bir kadın “iffetli” ve “bozulmamış” olarak görülür. Eril tahakküm düzeni içinde kadına bedenini nasıl kullanması gerektiği öğretilir ve bu bir süre sonra farkında olmadan ve doğalmış gibi yinelenen tekrarlarla kalıcılaşır. İtaat, küçük kızın kadına dönüşüm sürecinde bedenini üstünden işleyen eğilimleri içselleştirmesiyle gerçekleşmektedir. Küçük kız, genç bakire, anne, kadın, dul gibi tüm olası kadın modellerinin nasıl davrandığı ve davranması gerektiğinin öğretilmesi ve kabul ettirilmesi (Bourdieu, 2001: 27; Lovell, 2000: 17) eril tahakkümün yön verdiği sosyalizasyon sürecinin esas başarısıdır. Örneğin; erkek çocuğunun ilk kez saçının kesilmesi, algısal olarak dişil özellik taşıyan saçın eril bedenden ayrılışı ve erkek çocuğun dişil taraftan, annesinin tarafından babasının tarafına geçişinin bir işaretidir (Bourdieu, 2001: 26). Giyim kuşam, yürüyüş, konuşma, davranış ve cinsel pratikler temelde aktif erkek-pasif kadın ayrımı üzerinden sınıflandırılmıştır ve bu sınıflandırma dişil arzunun itaatkârlığını ve eril sahip olma tutkusunu “yaratır, düzenler, ifade eder ve yönlendirir” . Bourdieu için eril tahakküme dayalı dünya görüşünün kurucu ögesi fallus değildir; aksine bu dünya görüşünün kendisi fallusu kurumsallaştırmıştır. (Bourdieu, 2001: 21-22). Bu çerçeveden hareketle, Bourdieu’nun diğer bir önemli vurgusu eril sosyodisinin gücünün tahakküm ilişkilerinin aslında toplumsal bir kurgu olan cinsiyetlere biyolojik bir doğa katarak meşrulaştırmasından gelmektedir. Toplumsal düzenin ve eril tahakkümün kuruluşunu sağlayan sınıflandırıcı ayrımlar bedensel hexis ve habitus üzerinden somutlaşan bir dünya görüşü ve bölüşümünün sonucudur. Bu bölüşümün sonucunda erkek dışsal, kamusal bir konumda ve “yukarda” kalmaktayken, kadın –mitik aklın doğal tasnifi sonucunda- kapalı ve aşağıda kalır. Bu düzen içinde kadınlar tüm yaşam süreçleri boyunca sadece “mitik akla göre olmaları gereken şey”e dönüşürler (Bourdieu, 2001: 30). Beden toplumsal olarak ikili bir belirlenimin alanıdır. Bir yandan en doğal yönleriyle bile (boyu, kilosu, kas yapısı vb.) yeme içme alışkanlıkları ve çalışma koşulları gibi faktörlerle şekillenmiş toplumsal bir ürünken; diğer yandan sahip olunan bedensel özellikler, değerlendirmeyi yapanların işgal ettikleri toplumsal konuma göre şekillenmiş bir algı şeması üzerinden değerlendirilmektedir (Bourdieu, 2001: 64). Bedenin bu yapısına ve yaşam sürecine yapılan bu vurgu bize erkekliğin hem bireylerin yaşamı boyunca farklı biçimlerde algılanabileceğine işaret eden yaşam süreci perspektifi, hem de erkekliğin kültürel etkileşimlerin sonucunda şekillendiğini savunan toplumsal inşacı model açısından sağladığı katkı açıktır. Bourdieu’nun yaklaşımı ve bedenin rolüne yaptığı özel vurgu bu iki farklı yaklaşımı bir arada düşünme ve kullanma şansımızı arttırmaktadır . Eril tahakkümü yaratan kurumlar erkek bedeninin erkekleşmesi, kadın bedeninin kadınsılaşması süreçleri içinde erkekliği hep bir asalet durumu olarak kodlamaktadır. Bourdieu “patriarşinin farklı türlerini ve bu türlerin farklı iktidar alanları ile olan (feodal, tarımsal kapitalist, sanayi kapitalist vb.) tarihsel bağını işlememiş” (Fowler, 2003: 479) olsa da kurumların patriarşinin varlığını sürdürmesindeki yeniden üretici dayandığı genel mantığı ustalıkla göstermiştir. Erkekliğin kurulması ve devam ettirilmesinde kurumlar kendi tikel çıkarlarını – tipik bir egemen refleksle- sanki evrensel çıkarlarmış gibi göstermektedirler. Bununla birlikte eril tahakkümün sürdürülmesinde kurumlar tek ve mutlak belirleyiciler değildir. Örneğin; moda ve kozmetik sektörü kadınların bedenlerinden duydukları kaygı üzerinde oynadıkları inkâr edilemez. Ama burada kurumların etkisi var olan eğilimlerin güçlendirilmesi yönündedir. Bir başka deyişle kadının fiziksel yetersizlik hissini yaratan şey bu kurumlar değildir, kurumları yaratan şey bu hissin onaylandığı pratiklerdir (Bourdieu, 2001: 69) . Bourdieu’ya göre, bu paradoks ekseninde, erkeklerin hala kamusal alanı ve iktidar alanına hükmetmesinin nedeni kadınların yaşam koşullarındaki görece değişimlerin altında hala erkek ve kadın arasındaki geleneksel ayrımın yatmasıdır. Bu ayrımı yeniden üreten üç faktör vardır: Birincisi, kadınların kariyer alanında ağırlıklı olarak yaptıkları işler onların ev içindeki işlevlerinin bir uzantısıdır (eğitim, sağlık ve bakım gibi). İkincisi, kadınların erkekler üzerinde bir otorite kuramamasıdır. Üçüncüsü, teknik işler ve makinelerle uğraşmanın erkeklerin tekelinde olmasıdır. Tüm bu temel üzerinde değişimi asıl zorlaştıran unsur –sembolik iktidar ve şiddetin de katkısıyla- kadınların sosyalizasyon sürecinin toplumsal alandaki hâkim eril dünya görüşünün içselleştirilmesi yoluyla olmasıdır. Bu içselleştirme süreci bilinçlilik alanının altında, bedenden bedene pratik aktarımıyla gerçekleşmektedir. Sabitlikleri sürdüren, dolayısıyla cinsiyet farklılıklarına dayanan eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı zorlaştıran bir diğer unsur sembolik mübadelenin mantığının değişmemesidir. Kadınların yaptıkları ev içi işlerin parasal bir karşılığı olmaması, eril tahakkümün yayılmasında önemli bir kurumsal aracı olan ailenin içinde (“tüm aileyi bir araya getiren yemekler, kutlamalar düzenlemek” vb.) sembolik sermayenin üretilmesi ve yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır (Bourdieu, 2001: 96-99) .

20 Ocak 2020 Pazartesi

kapitalizm zarar veriyor

Yapılan bir araştırma, insanların büyük çoğunluğunun kapitalizmin yarardan çok zarar getirdiğine inandığını ortaya koydu.
‘Dünyanın elitlerinin’ 50'inci Dünya Ekonomik Forumu için İsviçre'nin Davos kasabasında bir araya gelmesinden önce kapitalizmin nasıl algılandığına dair bir araştırma yayımlandı.
Edelman Trust Barometer adlı kuruluşun ABD, Fransa, Çin ve Rusya dahil 28 ülkede 34 bin kişiyle yaptığı araştırmaya katılanların yüzde 56’sı ‘bugün varolan kapitalizm formunun dünyaya faydadan çok zarar getirdiğini’ söyledi.

'İnsanlar sorguluyor'

Eşitsizlik duygusunun arttığını gösteren daha önceki anketlere işaret eden araştırmacılar, buradan hareketle insanların Batı’daki kapitalizm temelli demokrasiler hakkında daha temel şüphelere sahip olmaya başlayıp başlamadığını sorguladı.
Araştırmaya liderlik eden David Bersoff“Bu soruya cevap evetti. İnsanlar bugün sahip olduğumuz ve içinde yaşadığımız dünyanın iyi bir gelecek için optimize edilip edilmediğini sorguluyor” dedi.

Ülkelere göre sonuçlar

Kapitalizme güvensizlik bakımından Tayland ve Hindistan sırasıyla yüzde 75 ve 74’lük oranla başı çekti. Fransa, yüzde 69’la bu iki ülkeyi takip etti.
Asya, Avrupa, Körfez, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde de çoğunluk bu yönde düşünürken; sadece AvustralyaKanadaABDGüney KoreHong Kong ve Japonya’da çoğunluk kapitalizmin zarar verdiği fikrinde uzlaşamadı.
Ankete katılanlar kararlarını teknolojik gelişmelerin hızı, iş güvencesizliği, medyaya karşı şüphe ve hükümetlerin zorluklara müdahale konusundaki yetersizliği gibi gerekçelerle açıkladı.

Fukuyama'nın teorisini test ediyor

Araştırma siyaset bilimci Francis Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’ diye anılan tezindeki teoriyi test etmek amacıyla 2000 yılında başlatılmış. Fukuyama, ilk kez 1989’da yayımladığı makalede, Soğuk Savaş’ın sonunda SSCB’nin dağılmasıyla Batı’nın liberal ekonomik ve siyasal düzeninin yani kapitalizmin zafer kazandığını, bunun da tarihin sonu anlamına geldiğini iddia ediyordu.
Bu teoriye günümüze kadar pek çok kez meydan okundu. Antitez olarak Çin’in giderek artan etkisi, otokratik liderlerin güç kazanıyor olması, ticari korumacılık ve 2007 finansal krizi gibi gelişmeler örnek gösterildi. Kaynak :sputnik news com.

18 Ocak 2020 Cumartesi

UÇAN PDF KİTAP: Uçan Pdf Kitap

UÇAN PDF KİTAP: Uçan Pdf Kitap:         BU BLOGTA ARA         Powered by           "UÇAN" Benden Selam Söyle Anadolu'ya-Dido Sotiriyu Kurtuluş Sav...

17 Ocak 2020 Cuma

TOPLUMSAL CİNSİYET VE ROLLER

Toplumsal cinsiyet (gender), toplumsal ve kültürel olarak belirlenmiş cinsiyeti, biyolojik cinsiyetten (sex) ayırmak üzere kullanılan bir kavramdır. Doğuştan biyolojik olarak belirlenmiş dişilik ve erillik özelliklerini tanımlayan seks-cinsiyetin aksine toplumsal cinsiyet, toplumsallaşma süreci ve kültürü içinde edinilen kadın ve erkek olma özelliklerine işaret eder.
Kadınların ve erkeklerin toplumda üstlenmiş oldukları işlerin ve yerine getirdikleri rollerin doğal ve kendiliğinden değil, genellikle kültürel olarak belirlenmiş ve zaman içinde değişebilir olduklarını göstermeye yarar.
Cinsel kimlik gelişimi açısından bakıldığında cinsiyet, kişinin kendini kadın ya da erkek olarak algılamasıdır. Daha iki – üç yaşlarında herkesin kendi hakkında “ben kadınım”, ya da “ben erkeğim” biçiminde bir görüşü vardır. Toplumsal cinsiyet, kadınlık ya da erkekliğe ilişkin davranışın psikolojik yönü olarak tanımlanabilir. Cinsiyet rolleri ise, toplumsal cinsiyetin bir parçasıdır ve kişinin kendisini bir “oğlan çocuk/erkek” veya bir “kız çocuk/kadın” konumunda göstermek için yaptığı ve söylediği şeylerin tümü olarak tanımlanabilir. Cinsiyet rolleri sosyalleşme süreci ile aile, çevre, medya vb. alanlardan gelen mesajlar ile şekillenir ve içselleştirilir. Cinsel rol davranışının testosteron ve östrojene maruz kalmaya bağlı olduğu da bildirilmektedir. Kontrollerle karşılaştırıldıklarında konjenital adrenal hiperplazi tanılı kız çocuklarının oyuncak seçimi, kaba ve yıkıcı oyunlar gibi karşı cinse özgü davranışları daha fazla sergiledikleri saptanmıştır. Bu bulgu prenatal androjenlere maruz kalmanın cinsel rol davranışı üzerindeki etkileri hakkında önemli ölçüde bilgi sağlamıştır.

Cinsel Davranış
Cinsel davranış, kişinin cinsel olarak ne yaptığı ile ilgilidir. Arzu, fanteziler, eş arama, kendi kendine doyum sağlama ve cinsel gereksinimlerini dışa vurmak ve doyurmak için yapılan tüm diğer etkinlikler cinsel davranış tanımı içine girer.
Cinsel Yönelimler
Cinsel yönelim bir kişinin, belli bir cinsiyetteki bireye karşı duygusal, romantik ve cinsel çekim ile yaklaşımıdır. Bu yaklaşım her zaman cinsel eylemi gerektirmez. Duygusal, düşünsel, romantik ve fantezi düzeyinde kalabilir. Söz konusu yönelim temel olarak heteroseksüel, homoseksüel ve biseksüel kavramlarını içeren geniş bir yelpazede gözlemlenebilir. Bir kişi yalnızca karşı cinse eğilim duyuyorsa heteroseksüaliteden, yalnızca kendi cinsinden
kişilere cinsel ilgi duyuyorsa eşcinsellikten, her iki cinsten kişilere ilgi duyuyorsa biseksüaliteden söz edilir. Heteroseksüel, eşcinsel veya biseksüel erkeklerin, bedensel cinsiyetleri de cinsel kimlikleri de erkektir. Aynı şekilde heteroseksüel, eşcinsel ya da biseksüel kadınların da, bedensel cinsiyetleri ve cinsel kimlikleri kadındır. Yani eşcinsel erkekler kendilerini kadın gibi ya da eşcinsel kadınlar kendilerini erkek gibi hissetmezler. Eşcinsel kadın ve erkeklerin bedensel cinsiyetlerine herhangi bir itirazları yoktur, yalnızca aynı cinsten bireylerle cinsel ilişki kurmak isterler. Sahip olduğu biyolojik cinsiyet özelliklerini reddederek, karşı cinsten biri olarak görülme ve karşı cinse benzeme isteği, kendisini karşı cinsten biriymiş gibi hissetme olarak tanımlanabilen transseksüellik de hem erkek hem de kadın için geçerlidir. Daha çok ruhsal eğilimler için belirleyici bir kelimedir. Kişinin davranışlarından çok iç dünyasında kendisini karşı cinsten biri gibi görmesi, hissetmesidir. Ameliyat olmamış/olamamış gerçek bir transseksüel cinsel kimlik olarak karşı cins özelliklerini gösterebilir ve cinselliği doğrudan karşı cinse yöneliktir. Bir başka farklı cinsel yönelim travestilerin yaşadıklarıdır. Travestiler karşı cinsin eşyalarını kullanmaktan, karşı cinsin giydiği kıyafetleri giymekten, karşı cinsin davranışını sergilemekten cinsel haz alan kimselerdir.
Yararlanılan görsel :2019 İstanbul Moda Haftası'nın Gökkuşağı Rengindeki DB Berdan Defilesi ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri
Yararlanılan metin kaynak :Ergül Fidan